Rönesans Krallıkları Alternatif Forumu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Rönesans Krallıkları Alternatif Forumu

RK KRALLIKLAR Rönesans Krallıkları Oyununun Sevenleri Tarafından Yapılan Alternatif Bir Forumdur.
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Yeni İletilerYeni İletiler  RK Dünya HaritasıRK Dünya Haritası  

Osmanlı Hûkümdarları

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
Yazar Mesaj
masatlik

masatlik



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 6:49 am

ERTUGRUL GAZI (1188 - 1281)

Uç beyi olarak hüküm sürmüstür. Hükümranlik süresi Osmanogullari'nin en uzunudur.
Babasi Gündüz Alp,annesi Hayme Ana (Haymana)dir.Babasinin ölümü üzerine Ertugrul Bey babasinin yerine geçti. Ailesinin bir kismi Ahlat'ta kaldi.
Malazgirt Meydan Savasi'ndan sonra Kayi Boyu'nun bir kismi Ankara'nin batisindaki Karacadag yöresine yerlestirilmislerdir.
Yassiçemen meydan muharebesinde Selçuklu Sultani Alaaddin Keykubat lehine yararliklar gösterdi.
Selçuklu Sultani, Kayi Beyi'ne Bizans sinirinda 1000 kilometrekarelik bir topragi
Bizans'a karsi siniri savunmak ve ileriye götürmek göreviyle verdi.
13.asir ortalarinda Ankara'nin batisindan göç edip Sögüt ve Domaniç'i ele geçiren Ertugrul Bey idaresindeki Kayi asireti,400 çadir halkindan olusuyordu.
Bugünkü Kütahya-Bursa-Bilecik illerinin sinirlarinin birlestigi bölgedeki topraklari beyligine “yurt” tuttu.Sögüt Kasabasi'nin fethinden sonra beylik merkezini Sögüt'e tasidi. Ölümünde Bizans'tan yaptigi fetihlerle topraklarini 4.800 kilometrekareye çikarmisti.

Oglu Osman Gazi'ye yaptigi vasiyeti ile alti asir boyunca ayakta kalacak olan bir devletin idarecilik ruhunun temellerini atmistir.Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ertugrul Gazi'nin 90 yasindan fazla oldugu halde (1281-1288) tarihleri arasinda Sögüt'te vefat ettigi bilinmektedir. Türbesi Bilecik ili sinirlari içerisinde olan Sögüt Ilçesi'ndedir.

Sögüt ilçesi'nde her yil Ertugrul Gazi'yi anma törenleri yapilmaktadir.Orhan Saik Gökyay'in tesbitine göre Dede Korkut kitabinin önsözünde su kayit yer almaktadir:

“Korkut ata ayitti,ahir zamanda hanlik gerü Kayi'ya dege, kimesne ellerinden almaya,ahir zaman olup kiyamet kopunca. Bu dedügü Osman neslidür, isde sürilü gideyorur.”



Arkadaşlar anlaşılacağı gibi Selçuklu Sultanının Bizansa karşı en gözü pek en kudretli olan KAYI boyunu seçmesi tesadüf değildir...

Evet buraya yorumlarımızı devam edelim arkadaşlar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:08 am

Osman Bey

Osman Bey, Osmanlı Devleti’ni ve Osmanoğullarını kuran ve adını devletine ve soyuna vermiş bulunan ilk Osmanlı Sultânıdır. Kendisine Kara Osman, Fahruddin ve Mu’înüddin de denmiştir. Osman Gâzî, hayatının sonuna kadar emîr yani bey olarak anılmıştır; vefâtından sonra Hân ve Sultân denmiştir. Çünkü hayatının sonlarına doğru uc beyi olmuştur.

Osman Bey, 1258 tarihinde Söğüd’de veya Osmancık’da dünyaya geldi. Babası Ertuğrul Gâzî ve annesi Halîme Hâtun’dur. 24 yaşındayken babasının yerine geçti. Osman Gâzî, önce Kastamonu’daki Çobanoğullarına, sonra da Kütahya’daki Germiyanoğullarına bağlı idi. Onlar da Selçuklu Sultânına bağlıydılar. İlk evliliği, 1280 civarında, Sultân Orhan’ın annesi ve Selçuklu vezirlerinden Ömer Abdülaziz Beyin kızı olan Mâl Hâtun iledir. 1289 yılına doğru Şeyh Edebali’nin kızı Rabî’a Bâlâ Hâtun ile evlenince, nüfuzu ve kudreti arttı. Bu hanımından da Şehzâde Alâ’addin dünyaya geldi.

1281 yılında babasının yerine aşiret beyi olan Osman Bey, bir görüşe göre, Selçuklu Sultânı II. Gıyâseddin Mes’ûd’un 1284’de Söğüd ve çevresinin kendisine tahsis edildiğine dair olan fermanı ve yanında hediye ettiği ak sancak, tuğ ve mehterhâne ile uc beyi olmuştur. 1288 veya 1291 tarihinde Karacahisâr’ı fethetmesi ve Dursun Fakih’e kendi adına hutbe okutması, Osman Bey’in yarı istiklâlini kazanması demektir.

Osman Gâzi’nin Bizans sınır şehirlerini birer birer fethetmesi üzerine telâşa düşen Bizanslılar onu ortadan kaldırmak için bir düğün vesilesiyle bir baskın hazırlarlar. Baskına baskınla cevap veren Osman Bey, 1299 yılında Yarhisâr ve Bilecik’i fethetti ve beylik merkezini Bilecik’e nakletti ve fitneye sebep olan Yarhisâr Tekfurunun kızı Nilüfer’i (Holofura’yı) oğlu Orhan ile evlendirdi. Bu tarih, daha önce açıklanan sebeplerle Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılı kabul edildi. 27 Ocak 1300’de Selçuklu Sultânı III. Alâ’addin Keykubad’ın saltanat alâmeti olan tabl, alem ve tuğu Osman Beye bir ferman ile göndermesi ile artık Osman Bey müstakil bir uc beyi olmuştu. 1301 yılında Bursa’ya yakın bir yerde Yenişehir’i kurdu ve saltanat merkezini buraya nakletti. Bu arada bütün bu fetihlerde kendisine yardım edenleri de unutmadı ve kardeşi Gündüz Bey’e Eskişehir’i; oğlu Orhan Bey’e Sultânönü’nü; Hasan Alp’a Yarhisâr’ı; Şeyh Edebalı’ya Bilecik’i ve Turgut Alp’e İnegöl’ü verdi ve Edebalı’nın torunu Alâ’addin’i yanında götürdü. 1308 yılında İlhanlı Hükümdarı Ahmed Gazan tarafından Selçuklu Devletine son verilince Osmanlı Devleti tamamen müstakil hale geldi. 1313’de Harmankaya Hâkimi Köse Mihal Bey’in Müslüman olmasıyla Mekece, Akhisâr ve Gölpazarı Osmanlının eline geçti. 1320 yılından itibaren çevrede fazla görünmeyen Osman Bey, 1324 yılında beyliği oğlu Orhan Bey’e devretti. 1324 yılı Şubat ayında Bursa’nın fethini görmeden 67 yaşında vefat eden Osman Bey, vasiyeti üzerine, geçici olarak gömülü bulunduğu Söğüd’den alınarak 2.5 yıl sonra 1326 yılında Bursa’daki Gümüş Künbed’e defn olunmuştur.

Babasından 4800 km2 olarak aldığı toprakları 16.000 km2’ye çıkaran Osman Bey’in Orhan ve Alâ’addin dışındaki çocukları şunlardır: Fatma Hâtun, Savcı Bey, Melik Bey, Hamîd Bey, Pazarlı Bey ve Çoban Bey. Bugünkü mülkî taksimata göre, Osman Bey zamanında Osmanoğullarının ülkesi, Bilecik, Eskişehir merkez, Sakarya’ya bağlı Geyve, Akyazı ve Hendek, Kütahya-Domaniç ve Bursa ilinin Mudanya, Yenişehir ve İnegöl ilçelerini kapsıyordu.

Osman Bey zamanındaki büyük âlimler ve şeyhlerden bazılarını da hatırlatmakta yarar vardır: Âlimlerden en önemlileri Mevlânâ Şeyh Edebalı, Dursun Fakîh ve Hattâb bin Ebî Kâsım Karahisârî’dir. Maneviyât reislerinden ise, Şeyh Muhlis Baba, Şeyh Âşık Paşa, Şeyh Ulvân Çelebi, Şeyh Hasan Çelebi ve Baba İlyas mutlaka zikredilmelidir. [1]

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:09 am

Sultân Orhan

Orhan Bey, 1281 (veya 1288) de Söğüt’te dünyaya geldi. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, annesi Mal Hâtun Osman Bey’in ilk hanımı ve Selçuklu Vezirlerinden Ömer Abdülaziz Bey’in kızıdır. Osmanlı padişahlarından Sultân, Hân, Seyfüddin ve Şücâ’uddin gibi ünvanları ilk olarak hakkıyla elde eden ve kullanan zattır. 1324 yılında 36 veya 43 yaşında babasının yerine Osmanlı Beyliğinin uc beyi oldu. Askerî bir deha olan Orhan Bey, kısa zamanda şöhretini dünyaya duyurmasını, ilmiyeden gelen vezir Hacı Kemâlüddin oğlu Alâ’addin Paşa, kardeşi ve veziri Alâ’addin Paşa, yine ilmiyeden gelen Molla Tâceddin Kürdî ve Vezir Hayreddin Paşa, vezir Lala Şahin Paşa ve de önce Bilecik sonra da Bursa Kadılığına getirilen Çandarlı Kara Halil gibi devlet adamları ile meşveret etmesine ve onların tecrübelerinden yararlanmasına borçludur. Osmanlı Devleti, Orhan Bey zamanında kurulmuştur.

Orhan Bey, Köse Mihal, Turgut Alp, Şeyh Mahmûd, Gâzî Mihal Bey ve Ahi Hasan gibi kahramanların gayretiyle, senelerdir çevreden kuşattığı Bursa’yı 6 Nisan 1326 tarihinde fethetmiş ve Bey Sancağı adıyla oğlu Murad’a vermiştir. Artık Osmanlının merkezi Yenişehir değil Bursa’dır. Bu hadiseden sonra, 1327 senesinde Bursa Kadısı Cendereli (Çandarlı) Kara Halil ve vezir Alâ’addin’in tavsiyeleri ile saltanatın en önemli alâmeti olan ilk Osmanlı akçesini (son zamanlarda Osman Bey’e ait bir sikke de bulunduğundan bu görüş nakz olunmuştur) yani sikkesini bastırmıştır. İlk darbhane de Bursa’da kurulmuştur.

Osmanlı sınırlarının Karadeniz ve İstanbul Boğazına doğru ilerlediğini gören Bizanslılar, Darıca ile Eskihisar arasında bir yer olan Pelekanon’da Osmanlı ordularıyla karşılaşmışlar ve Osmanlılar İmparatoru yaraladıkları gibi, 1329 veya nihâî olarak 1331’de İznik’i fethetmişlerdir. İznik, Bizans açısından kudsî bir değere haizdi ve bunun farkında olan Orhan Bey, buradaki Ayasofya isimli Kiliseyi camiye çevirdi ve burada Osmanlı Devleti’nin ilk Üniversitesini kurarak başına da büyük âlim Kayserili Molla Davud’u tayin etti. İznik’i kurtarmak için hücuma geçen Bizans İmparatorunu, kaçmaya mahkum eden Orhan Bey, böylece 1335’e doğru bütün İslâm âleminde ve Avrupa’da Sultân ünvanıyla anılmaya başlandı; sonra da sulh yolunu tercih etti. Bu arada Bizans İmparatorunun kızı Prenses Theodora ile evlendi.

Bizans ile sulh yapan Sultân Orhan, bu sefer Anadolu fetihlerine yöneldi ve 1345’e doğru ilk olarak bir Anadolu Beyliğini yani Balıkesir merkezli Karesi Beyliğini Osmanlı Devleti’ne ilhak etti ve Anadolu’da 1354 yılında Ankara’ya kadar ilerledi ve orayı fethetti. Güneyde Çandarlı Körfezine dayanan Osmanlılar, Marmara Denizinin güneyindeki son toprakları da Bizans’ın elinden aldı; Üsküdar Osmanlı Devleti’nin eline geçti. Candaroğullarına bağlı Uluğ Beyoğulları Beyliği de Osmanlı Devleti’ne katıldı.

Kayınpederi olan Bizans İmparatoru’nun kendisine saldıran Slavlar ve Bulgarlara karşı Orhan Bey’den yardım istemesi üzerine Osmanlı ordusu, evvela 3 Şubat 1347 yılında İstanbul’a girdi. Sonra döndü. Paşa’nın yardım ordusunun öncüsü Gâzî Umur Bey’dir. 1347’de Süleyman Paşa, İmroz’a çıkartma yapmak istedi, ancak püskürtüldü. 1349 yılında yardım için Rumeli’ye geçti, Selanik’e kadar geldi ve şehri slavlardan kurtararak geri döndü. 1353 tarihinde, bu yardıma minnettar olan İmparator, Gelibolu yarım adasında, Çanakkale Boğazının Avrupa kıyısı üzerinde küçük Çimpe kalesini Avrupa’ya geçerken kolaylık olsun diye Süleyman Paşa’ya hediye etti. Daha önceki geçişlerden farklı olarak, artık Osmanlı Beyliği, Rumeli’nde hukuken ve fiilen var olmuşlardı. Türk tarihinin önemli olaylarından olan Rumeli’ye geçişin kahramanı Süleyman Paşa, Lüleburgaz ve Çorlu’yu da fethettikten sonra, 1357 yılında atının ayağının sürçmesi sonucunda düşerek vefat etti. Rumeli fetihlerini onun yerine Şehzâde Murâd devam ettirdiyse de, bu acıya dayanamayan 81 yaşındaki Sultân Orhan, 1362 yılında Nisan ayının sonlarına doğru vefat etti.

Orhan Bey, kaynaklardan öğrendiğimize göre hayatı boyunca 4 hanımla evlendi. Bunların aynı zamanda hanımları olduğu düşünülmemelidir. Bu hanımları ve bunlardan doğan çocukları sırasıyla şunlardır: 1) Nilüfer Hâtun (Holofira): Yarhisar Tekfu’runun kızıdır; Müslüman olup Nilüfer adını almıştır. Süleyman Paşa, I. Murad ve Şehzâde Kasım’ın annesidir. 2) Asporça Hâtun: Bizans İmparatoru’nun kızıdır; Şehzâde İbrahim ve Fatma Sultân’ın annesidir. Müslüman olmuştur. 3) Theodora Hâtun: Müslüman olmadığı ve evliliğin kısa sürdüğü anlaşılıyor. Şehzâde Halil’in annesidir. 4) Eftandise Hâtun: Mahmûd Alp’in kızıdır.

Sultân Orhan zamanındaki büyük ilim adamları ve maneviyât reisleri arasında, İznik’deki ilk yüksek tahsil müessesesinin müderrisi Davud-ı Kayserî, sonradan onun halefi olan ve yaya ile müsellemin teşkilinde fikir veren Alâ’addin Esved veya Kara Hoca, Osmanlı Devleti’nin ilk Bursa Kadısı ve Kazaskeri Çandarlı Kara Halil, Hasan-ı Kayserî ve maneviyât reislerinden ise, Seyyid Ahmed-i Kebîr-i Rufâ’î, Karaca Ahmed, Ahi Evran ve Musa Abdal başta gelen simalardandır .[1]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:09 am

Sultân I. Murâd

Osmanlı tarihinde I. Murâd, Murâd Hüdâvendigâr ve Gâzi Murâd Hüdâvendigâr adlarıyla anılan Sultân Murâd, 1326 (726 H) yılında dünyaya geldi ve 1362 Mart ayında 35-36 yaşlarında iken Osmanlı Padişahı olarak tahta geçti. Hüdâvendigâr, hükümdâr demektir ve sonradan o zaman Osmanlı Devleti’nin başşehri olan ve kendisinin de valilik yaptığı Bursa’ya da Hüdâvendigâr Sancağı adı verildi.

Seferlerine Ankara’nın yeniden fethiyle başlayan Sultân Murâd, 1362 Temmuz’unda Edirne’yi zabtetti ve kendisine yeni başşehir yaptı. Bunu Balkanların önemli bir merkezi olan Filibe’nin fethi takip etti (1363). Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarında bu ilerleyişi Hıristiyanları korkuttu ve Papa V. Urbanus’un tahrikiyle Osmanlı Devleti ilk haçlı seferine maruz kaldı. Ancak 60.000 kişilik haçlı ordusu 10.000 kişilik Hacı İlbeğ komutasındaki Osmanlı ordusunun yaptığı bir baskın sonucunda sındı ve tarihe Sırpsındığı zaferi olarak geçti (1363). Bunu Sırbistan’ın bir kısmı ile Bulgaristan’ın Osmanlı’ya ilhakı takip etti ve 1365 yılında da Dubrovnik (Raguza) ile ilk milletlerarası andlaşma imzalandı.

1375’de Hamidoğulları sembolik bir bedelle topraklarının yarısını Osmanlıya terk etti ve böylece Germiyanoğlu ile Karamanoğlu arasına Osmanlı girmiş oldu. 1383’de Candaroğulları Hamidoğullarının arkasından Osmanlı’yı metbû’ tanıyınca, Karaman oğulları rahatsız olmaya başladı ve 1386’da Osmanlı Karamanoğulları ihtilafı başladı. Her ne kadar, Sultân Murad’ın oğlu Şehzâde Bâyezid kahramanca savaşarak Karaman oğullarını dağıtıp Yıldırım ünvanını aldıysa da, bunu fırsat bilen Sırp Kralı Balkanlarda Osmanlı’nın üzerine yürüdü ve hatta Timurtaş Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı (Ploşnik Olayı, 1387). Bundan cesaret alan haçlı orduları, Sırpı ile Bulgarı ile Ulahı ile, hep birlikte Osmanlı Devleti’nin aleyhinde ittifak ettiler ve Kosova’da 20 Haziran 1389 günü Osmanlı ordusu ile karşı karşıya geldiler. Osmanlı ordusu, I. Kosova Zaferi diye tarihe geçen zaferle haçlı ordularını yendi ve 500 yıl kadar sürecek olan Balkan Hakimiyetini başlatmış oldu. Ancak bu güzellikler arasında, Miloş Obiliç adlı yaralı bir Sırp askeri tarafından Murâd Hüdâvendigâr hançerle vurularak şehid edildi (20.6.1389) ve Bursa’ya nakledilerek kendi adına yaptırılan Cami haziresine gömüldü. Osmanlı Devleti Balkanlara hâkim olmuş, Bulgaristan tamamen Osmanlı’nın eline geçerken Sırbistan’ın da önemli bir kısmı feth edilmişti. 37 muharebede bizzat bulunan Sultân Murâd, 27 yıl içinde babasından aldığı mirası 5 kat artırarak 500.000 km2’lik bir büyük devleti Osmanlı milletine miras bırakıyordu.

Batılı tarihçilerin de itirafıyla, fethettiği topraklarda Ortodokslara, Katoliklere ve diğer din mensuplarına kendi dindaşlarından daha iyi davrandı. Verdiği sözde durması hasebiyle dost düşman herkes tarafından sevilir hale geldi. Devlet teşkilâtçılığında da zirvedeydi. Her ne kadar yeniçeri teşkilâtı babası zamanında kurulmaya başlansa da, asıl yeniçeri ve acemi oğlanları teşkilâtlarını kuran ve geliştiren kendisi oldu. İstanbul'u ilk kuşatan Osmanlı Padişahı da kendisiydi.

Murâd Hüdâvendigâr’ı muvaffak eden sebeplerin başında onunla birlikte çalışan ehliyetli devlet adamlarını zikretmek gerekiyor. Bunların başında, bir görüşe göre Sultân Murâd zamanında ihdas edilen kazaskerliğe ilk defa getirilen Çandarlı Halil Efendi’yi zikretmek gerekiyor. Bu vazifeye gelir gelmez, Karamanlı Kara Rüstem’in de yardımıyla Maliye teşkilâtı tanzim edildi ve Sultân Orhan zamanında başlatılan Yeniçeri ve Acemioğlanları Teşkilatını bütün ayrıntılarıyla kurmaya muvaffak oldu. 1372 yılında da Vezir oldu ve artık Halil Hayreddin Paşa diye anılmaya başlandı. Diğer devlet adamları arasında ise, Halil Hayreddin Paşa’nın oğlu Ali Paşa’yı, yeniçeri ve acemi oğlan teşkilâtında büyük payı bulunan Timurtaş Paşa ve Lala Şahin Paşa’yı, kahramanlıkları ile meşhur Saruca Paşa, Evrenos Beğ, İne Beğ, Paşa Yiğit, Müstecap Subaşı ve Hacı İlbeğ’i zikretmek gerekmektedir.

Asrındaki âlimlerden ise Aksaray’lı Cemâlüddin Muhammed bin Muhammed, Bursa kadılarından ve Kâdîzade-i Rumî’nin babası Mahmûd Bedreddin ve de Azerbaycan Kadısı ünvanıyla meşhur Mevlânâ Burhânüddin’i zikretmek gerekmektedir.

ZEVCELERİ: 1- Gülçiçek Hâtûn; Yıldırım Bâyezid’in ve Yahşi Bey’in Annesi. 2- Marya Thamara Hâtun; Bulgar Kralının kızı. 3- Paşa Melek Hâtun; Kızıl Murad bey’in kızı. 4- Candar Oğullarından bir beyin kızı. 5- Bulgar Beyinin kızı. ÇOCUKLARI: 1-Yıldırım Bâyezid. 2-Ya‘kub Çelebi. 3- Savcı Bey. 4- İbrahim Bey. 5- Yahşi Bey. 6- Halil Bey; 7- Özer Hâtun; 8- Sultân Hâtun. 9- Nefise Melek Sultân Hâtûn . [1]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:10 am

Yıldırım Bâyezid

Osmanlı Padişahları arasında hakkında en çok konuşulan Padişahın Yıldırım Bâyezid olduğu doğrudur. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi; Kısa zamanda Anadolu birliğini kurup devleti genişletmesine rağmen, 1402’de Ankara’da Timur’a yenilerek tekrar başa dönülmesine sebep olmasıdır. İkincisi de, hem Emir Sultân Buharî’ye kayınpeder olması ve hem de içki içtiğine dair iddiaların bulunmasıdır. Önce Yıldırım Bâyezid’i tanıyalım.

1387 tarihinde katıldığı Karaman Seferinde gösterdiği kahramanlıklardan beri Yıldırım lakabıyla anılan I. Bâyezid, Sultân Murad’ın büyük oğlu ve veliahdıdır. Bursa’da babasının tahta çıktığı sene yani 761/1360 yılında Gülçiçek Hâtun’dan dünyaya gelmiş ve 791/1389 yılının Ramazan ayının beşinde de babasının şahâdeti üzerine tahta çıkmıştır. Padişah olmadan evvel sırasıyla Kütahya, Hamid İli ve ilk Amasya Sancak Beyliği gibi tecrübeleri bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin Kosova’da haçlı ordularıyla meşgul olmasını fırsat bilen Karamanoğulları, Osmanlı Devleti’ne ait sancak ve kazalara hücum başlattı. Bunu gören Yıldırım, 1390 yılının ilk günlerinde Anadolu birliğini tehlikeye sokmamak için hemen bu bölgeye intikal etti. Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan Beylikleri Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını bildirince, hemen 1390-91 kışında Ankara’ya gelerek orada kışlasını kurdu. Sonradan yanına Bizans İmparatoru II. Manuel’i de alarak Karaman bölgesine geçti ve onları ikaz etti. Zaten Karamanoğlu Damad Alâ’addin Bey de firar etmişti. Ege Adalarını vurarak Venedik Cumhuriyet’ine gözdağı vermeyi de ihmal etmeyen Yıldırım’ın bütün hayali İstanbul’u fethetmek idi. Bu sebeple 1391’de 7 ay sürecek olan İstanbul kuşatmasına başladı. Bizans’ın sulh ile itaat edeceğini umuyordu; ama olmadı.

Rumeli’nde gayr-i müslimlerle uğraşan Osmanlının aleyhine, durumu fırsat bilen Karamanoğlu-Candaroğlu ve Sivas’daki Kadı Burhâneddin’in ittifak yaptığı duyuldu. 1392’de Candaroğlu halledildi; İsfendiyaroğulları da Osmanlı’ya itaat etti. Kadı Burhâneddin ile olan savaş daha dehşetli idi. Yıldırım’ın oğlu Şehzâde Ertuğrul’un kumandasındaki Osmanlı ordusu, Çorum yakınlarında yenik düştü. Bu arada Yıldırım’ın kendisi Rumeli seferine devam ediyor ve 1392’de filozoflar diyarı olarak bilinen Atina Osmanlıya teslim oluyordu.

Bütün bu gelişmelerden rahatsız olan Macar Kralı Sigismund, üçüncü bir haçlı seferi hazırlığında idi. Gerçekten her çeşit düşman milletin yer aldığı 70.000 kişilik orduyla Tuna’yı geçerek Niğbolu’yu kuşattı ve düşman kuvvetler 130.000’e ulaştı. Ancak 25 Eylül 1396 tarihinde Avrupalıların asırlarca unutamayacakları Niğbolu Zaferi kazanıldı ve Yıldırım, artık Halife I. Mütevekkil tarafından Sultân-ı İklim-i Rum ve Sultân diye anılmaya başlandı. Üçüncü haçlı seferini fırsat bilerek yine Osmanlı topraklarına saldıran Karamanoğulları ise, nihâî dersi hak etmişlerdi ve gerçekten 1397’de Konya’ya giren Yıldırım eniştesi olan Karamanoğlu Beyini idam ettirdi ve Konya’yı Osmanlı Devleti’nin Karaman Eyâleti olarak ilan etti. Artık Anadolu birliği sağlanmış ve bütün Anadolu neredeyse Osmanlı Devleti’nin olmuştu. Rumeli’de Balkanlar Osmanlının hâkimiyetine girmişti.

İşte böyle bir dönemde Doğudan büyük bir tehlike geliyordu. Doğu Türkistan Hakanı Aksak Timur veya Timurlenk, fırtına gibi eserek Doğu Anadolu’yu tehdit ediyor ve memleketleri ellerinden alınan ve Osmanlıdan memnun olmayan Anadolu beyleri Timur’u tahrik ettikleri gibi, Timur’un düşmanları olan bazı beyler de Yıldırım’a sığınmış bulunuyorlardı. Timur nazik sayılabilecek bir üslupla Yıldırım’dan bu beyleri salı-vermesini ve kendisine tabi olmasını, şartlarının kabulü halinde, gayr-i müslimlerle olan cihadını takdir ettiği Osmanlı ordusuna yardım edeceğini ifade eden bir mektup gönderdi (Mektup, ‘Rum Meliki Yıldırm Bayezid’ diye başlamaktadır). Buna karşı Yıldırım’ın cevabı çok sert ve hatta hakaretâmiz oldu (Mektup, ‘Ey Timur denen parçalayıcı bipppppppp ve Tekfurlardan daha kâfir olan adam’ diye başlamaktadır).

Neticede kaderin cilvesiyle Yıldırım’ın strateji açısından üstün görüldüğü uğursuz Ankara Meydan Muharebesi meydana geldi ve 28 Temmuz 1402 tarihinde Osmanlı ordusu yenik düştü ve Padişah esir alındı. Bu hadiseyle Osmanlı Devleti, cihan devleti olmaktan çıkmış ve yeniden başa dönmüştü. Zira bu savaşı takip eden yıllarda, 8 yıl kadar Anadolu’da kalan Timur buralarda terör estirdi ve eski beylere beyliklerini tamamen iade etti. 3 Mart 1403’de, bazı tarihçilerin ileri sürdüğü gibi intihar ederek değil, sıkıntıdan doğan bir kaç çeşit hastalığa dayanamayan Yıldırım vefat etti ve Osmanlı Devleti için Fetret Devri denen ara dönem başladı.

Yıldırım Bâyezıd devrinin ileri gelen devlet adamları arasında, iyi bir devlet adamı olmakla beraber takvâ cihetinden zayıf olduğu ittifakla açıklanan Çandarlı Ali Paşa, Timurtaş Paşa, Süleyman Paşa, İshak Bey ve Mihal oğlu Muhammed Bey zikredilebilir. Onun devrindeki âlimlerden ise, Şemseddin Fenari, oğlu Muhammed Şah Fenari, Hâfızuddin Muhammed Kürdî, Şeyh Kutbuddin İznikî ve Şihâbüddin Sivasî unutulmamalıdır. Devrinin Horasan erenlerinin başında, Emir Sultân denen Bâyezid’in damadı Şemseddin Muhammed Huseynî, Hacı Bayram ve Şeyh Abdurrahman-ı Erzincanî gelmektedir. Mevlid yazarı Süleyman Çelebi de onun zamanındaki en büyük şairlerdendir.

ZEVCELERİ: 1- Germiyanoğlu Devlet Şah Hâtun; İsa, Mustafa ve Musa’nın annesi. 2- Devlet Hâtun; Yine Germiyanoğlu olduğu söylenen ve Sultân Mehmed Çelebi’nin annesi ve ilk Vâlide Sultân. 3- Hafsa Hâtun; Aydınoğlu İsa Bey’in kızı. 4- Sultân Hâtun; Dulkadiroğlu Süleyman Şah kızı. 5- Marya (Olivera Despina) Hâtûn; Sirbistan Kralı Lazar’ın kızı. ÇOCUKLARI: 1- Ertuğrul Çelebi. 2- İsa Çelebi. 3- Mustafa Çelebi (Tartışmalıdır). 4- Büyük Musa Çelebi. 5- İbrahim Çelebi. 6- Kâsım Çelebi. 7- Yusuf Çelebi. 8- Hasan Çelebi. 9- Erhondu Hâtun. 10- Fatma Hâtun. 11- Paşa Melek Hâtûn. 12- Oruz Hâtûn. 13- Hundî Hâtûn. 14- Şehzâde Mehmed .[1]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:11 am

I. Mehmed Çelebi

1413-1421 tarihleri arasında Osmanlı tahtına oturan Sultân Mehmed Çelebi, 781/1380 yılında Germiyanoğullarından Süleyman Şah’ın kızı Devlet Hâtun’dan dünyaya gelmiştir. Asil ve dindar bir devlet adamı olan Mehmed Çelebi, bazı tarihçiler tarafından Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu ve 9. asrın müceddidi kabul edilmektedir.

Babasının esareti sırasında vezir Bâyezid Paşa’nın tavsiyelerine uyarak Amasya’ya gitti ve padişahlığını ilan etti. Kardeşi İsa Çelebi’yi tasfiye etti. Ancak Süleyman Bey’in Ankara’ya kadar gelmesi üzerine, Amasya-Tokat-Sivas bölgesiyle yetindi. İyi bir diplomattı. Musa Çelebi önce Mehmed Çelebi’ye itaat etti. Ancak 1410 yılında Rumeli’de saltanatını ilan edince durum değişti. 1413 yılında kardeşi Musa Çelebi’nin öldürülmesinden sonra, Osmanlı tahtının tek vârisi olarak kaldı. Osmanlı tarihçileri tarafından yeni asrın yani Hicrî 9. asrın siyâset alanında müceddidi olarak kabul edilmektedir.

Çelebi Mehmed Rumeli’ndeki olaylarla uğraşırken, Karamanoğlu yine harekete geçti. Germiyanoğlu Yakub Bey’in Mehmed Çelebi’ye itaatini bildirmesi üzerine Bursa’yı kuşattı. Hacı İvaz Paşa’nın kahramanca müdafaası üzerine Yıldırım Bâyezid’in sur dışında kalan kabrine hakaret bile etti. İşte bu kargaşa içinde Sultânlık koltuğuna oturan Mehmed Çelebi, Aydın’daki Candaroğullarının da tabiiyetini kabul ettikten sonra Karamanoğlu’nun üzerine yürüdü ve halasının oğlu olan Karamanoğlu II. Mehmed Bey’i esir aldı. Sonra affetti. Bu arada Venedik donanmasına karşı 1416 yılında Çalı Bey komutasındaki Osmanlı donanması hücuma geçti, ancak mağlup oldu. Buna karşılık Macar Kralı Sigismund’un haçlı seferi teşebbüsü, Mehmed Çelebi’nin bir paşası olan Gâzî İshak Bey tarafından püskürtülünce Osmanlı prestij kazandı. İshak Bey’in 1415 muharebesinden sonra Türklerin Bosna Sarayı dedikleri Sarajevo Osmanlı’nın eline geçti. İshak Bey’in Rumeli’deki bu fetihleri Romanya ve diğer Balkan bölgelerinde de devam etti. Sultân Mehmed de boş durmuyor ve Sinop’daki Candar Beğliğinin bir kısım topraklarını Osmanlı Devleti’ne ilhak ediyordu.

Osmanlı Devleti, yeniden eski ihtişamına kavuşmak üzere iken, iç ve dış düşmanlar, iki büyük gaileyi Osmanlı Devleti’nin başına açmakta gecikmediler. Ancak Sultân Mehmed’in fevkalade basiretli idaresi ve Allah’ın yardımıyla bu iki büyük bela da aşıldı.

Bunlardan birincisi, Şeyh Bedreddin isyânı idi. Musa Çelebi’nin Kazaskeri ve bir nevi Şeyhülislâmı olan bu ilim adamı, belli çevrelerce kullanıldı. Musa Çelebi’nin tasfiyesinden sonra Sultân Mehmed tarafından yüksek bir maaş verilerek İznik’te mecburi ikamete zorlanan Şeyh Bedreddin, Aydın ve İzmir taraflarında fesada başlayan Börklüce Mustafa ve Manisa civarında ortaya çıkan ve aslında bir Yahudi dönmesi olan Torlak Kemal ile olan eski ilişkilerinden korkarak, Kastamonu-Sinop-Kefe üçgenini takipten sonra Eflak Voyvodasına sığındı. Daha önce Şeyh Bedreddin’in kazaskerliği sırasında onun kethüdalığını yapan Börklüce Mustafa, İzmir’de, Urla yarımadasının kuzey tarafındaki Karaburun’da, Yahudi dönmesi Torlak Kemal ise, Manisa’nın Kızılbaşlarla meskûn bölgelerinde Osmanlı Devleti’nin aleyhinde bir isyan hareketine hazırlık yapıyorlardı. Şeyh Bedreddin’in de Rumeli’de bu tür hareketlere girişme teşebbüsleri bardağı taşıran son damla oldu. Bizans bunları şiddetle destekliyordu. Ordularının sayısı 5.000 ve 10.000’lerle ifade edilen ve Dede Sultân diye de anılan Börklüce Mustafa’nın isyanı, Timurtaş Paşa-zade Ali Bey’in de mağlup olmasıyla ciddileşti. Mehmed Çelebi’nin oğlu Şehzâde Murâd, Bâyezid Paşa’nın da yardımıyla Börklüce Mustafa ve asi kuvvetlerin üzerine yürüdü ve ele geçirilen Dede Sultân idam edildi. Bunu Torlak Kemal’in tepelenmesi izledi ve böylece Osmanlı Devleti’nde ilk ciddi alevi isyanı bastırılmış oldu.

Bunun üzerine Rumeli’deki Deliorman’da yerleşen Şeyh Bedreddin isyanı genişletme çabalarını sürdürdü. Selanik taraflarında Düzmece Mustafa ile meşgul olan Sultân Mehmed, olayı duyunca hemen Serez’e geldi ve Bâyezid Paşa’nın gayretiyle Şeyh Bedreddin ele geçirildi ve Serez çarşısında idam edildi. İdamına fetvâ veren ise, Sa’deddin Teftezâni’nin talebelerinden olan Herat’lı Mevlânâ Haydar’dır. 1420 yılında bu olay da kapatılmıştır.

Sultân Mehmed’in ikinci belası ise, Timur tarafından esir alınarak 16 yıl ortadan kaybolan ve ancak Bizans ve benzeri dış düşmanların tahriki ile saltanat iddiasıyla ortaya çıkan Yıldırım’ın gerçekten oğlu Düzmece Mustafa’dır. Normalde Sultân Mehmed’in ağabeyidir. Niğbolu Sancakbeyi Aydınoğlu Cüneyd’in de desteğini alarak kıyam eden Düzmece Mustafa, Sultân Mehmed’e yenildi ve Bizans İmparatoruna sığındı. Sultân Mehmed hayatta olduğu müddetçe salıverilmemek ve buna karşılık İmparatora yılda 300.000 akçe ödenmek şartıyla anlaşma yapıldı ve hatta bu anlaşmanın da etkisiyle Sultân Mehmed, 1420’de İstanbul’da İmparator II. Manuel’i ziyaret bile etti.

Sultân Mehmed Çelebi 39 yaşında vefat etti ve Bursa’daki Yeşil Türbeye defn olundu. Vefatında Osmanlı devleti eski genişliğine ve kuvvetine ulaşmıştı. 24 kere savaşa giren Mehmed Çelebi 40 yerinden yara almıştı. Samimi, dürüst, dindar ve diplomat bir devlet adamıydı.
ZEVCELERİ: 1- Şeh-zâde Kumru Hâtûn; Amasyalı bir Paşa’nın torunu. 2- Emine Hâtun; Dulkadır oğlu Mehmed Bey’in kızı ve II. Murad’ın annesi. ÇOCUKLARI: 1- Şehzâde Küçük Mustafa. 2- Şehzâde II. Murâd. 3- Şehzâde Mahmûd. 4- Şehzâde Yusuf. 5- Şehzâde Ahmed.

Sultân Mehmed Çelebi zamanındaki ileri gelen devlet adamları arasında, baştan beri onun sadık bir veziri olan Bâyezid Paşa’yı, ilmiyeden gelen İbrahim Paşa’yı ve Bursa kahramanı Hacı İvaz Paşa’yı; asrındaki büyük âlimler arasında Sa’deddin Teftezânî’nin talebelerinden Mevlânâ Burhânüddin Haydar’ı, Mevlânâ Sarı Ya’kub’u, Kara Ya’kub lakabıyla meşhur olan Ya’kub bin İdris’i, Kâfiyeci lakabıyla meşhur Mevlânâ Muhyiddin’i ve Bâyezid-i Sofî’yi; zamanındaki maneviyât erenlerinden özellikle Şeyh Abdüllatif’i, Amasyalı Pir İlyas’ı ve Şeyh Muslihuddin Halife’yi; şâirlerden ise sadece Hüsrev ü Şirin müellifi Şeyhi ile Molla Ezherî ve Şair Zihni’yi sayabiliriz .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:12 am

Sultân II. Murâd

Bazı tarihçilerin Osman Bey’den sonra ikinci kurucu dedikleri Sultân II. Murâd, 1404 yılında Dulkadiroğlu Emine Hâtun’dan Amasya’da dünyaya geldi. 1421 yılında babasının vefatından 41 gün sonra gelip Edirne’de tahta oturur oturmaz, Limni’de göz hapsinde bulunan amcası Düzmece Mustafa, Bizans İmparatoru tarafından serbest bırakılınca büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya geldi. Mustafa Çelebi, Edirne’ye gelerek padişahlığını ilan etti ve bununla da kalmayarak ordusuyla Bursa’daki II. Murad’ın üzerine yürüdü. 1422’de Sultân Murad’a mağlup olan amca Mustafa, düzmece olduğu iddiasıyla idam edildi. Aslında düzmece olmadığını daha evvel ifade etmiştik. Bizans’ın ihanetini gören Sultân Murad, hemen 30.000 askerle İstanbul’u kuşattı. Maddi sebepler açısından teslim almayı ümit ederken, 13 yaşındaki Küçük Mustafa’nın İznik’de Bizansın tahrikiyle saltanat ilan ettiğini duydu ve hemen ona yöneldi. Bu arada fırsatı ganimet bilerek Osmanlıya problem çıkaran Anadolu beyliklerinin de üzerine gitti ve sırasıyla Aydın, Teke, Menteşe ve Germiyân Oğulları beyliklerini tarihten silerek tamamen Osmanlı Devleti’ne ilhak etti.

Sultân Murad’ın Anadolu’daki sıkıntıları devam ederken Macarlar ve Sırplar Osmanlı Devleti’ni rahatsız ediyorlardı. 1425’de Venedik ile sulh yapan Sultân Murad, 1426’da Macar ordusunu bozdu ve fetihlere devam etti. Bu zaferler devam ederken, en önemlisi İzladi mevkiindeki 1443 yılındaki yenilgi olmak üzere, Osmanlı ordusu Hıristiyan kuvvetler karşısında bir kaç defa mağlup duruma düştü. Bunun üzerine Sultân Murâd, Macaristan’la Segedin Andlaşmasını imzalamak durumunda kaldı (1444). Aynı yıl, Mısır’daki İslâm âlimlerinin de manevi desteği alınarak Karamanoğlu II. İbrahim Bey ile de sulh andlaşması imzalandı.

40 yaşına gelen ve gerçekten de yıpranan II. Murad, 1444 Ağustos’unda oğlu Mehmed’i tahta geçirerek, kendisi ibadet ve taatle meşgul olmak üzere Manisa’ya çekildi ve Fâtih Sultân Mehmed birinci defa Osmanlı Sultânı oldu.

Hem Osmanlı ordusunun yenilgisinden ve hem de Fâtih’in 14 yaşında bir genç Padişah olmasından heveslenen Papa, yeni bir haçlı seferi için kolları sıvadı ve haçlı orduları Osmanlı Devleti aleyhinde Ak Şövalye diye bilinen Erdel Voyvodası Hunyadi Yanoş kumandanlığında bir araya geldiler. Tuna’yı geçerek Varna’yı kuşattılar. Tahtta oturan II. Mehmed, yapılan meşveretler ve özellikle Vezir-i Azam Çandarlı-zade Halil Paşa’nın ısrarlarıyla, II. Murad’ı yani babasını tahta davet etti. 1444 yılında ikinci defa sultan olan II. Murâd, hemen Edirne’ye geldi ve 40.000 askeriyle Varna önlerine ilerledi ve sadece 150 şehidle haçlı ordusunu darmadağın etti. Bütün İslâm âleminde ve özellikle Kahire’de dualarla yâd edilen bu zafer, Osmanlı Devleti’nin Balkanların sahibi olduğunu tescil etmişti. Edirne’ye dönen II. Murad yeniden yani ikinci defa oğlunu tahta çıkardı (1445).

Devlet adamları ve yeniçeri bu duruma razı olmadı ve Sultân Murad’ın yeniden tahta geçmesini ısrarla arzu ettiler. Bu ısrar karşısında üçüncü defa II. Murad tahta çıktı ve oğlu da böylece iki defa tahta çıkıp inmiş oldu (1446). Varna zaferinden sonra Arnavutluk’da İskender denilen bir mürtedle başı belaya giren II. Murad, oğlu Fâtih’i de alarak Arnavutluk seferine çıktı. Bu durumu fırsat bilen Ak Şövalye, Papanın da desteğini alarak bir diğer haçlı seferi daha düzenledi ve Osmanlı sınırlarını geçerek Kosova Ovasına kadar geldi. 17 Ekim 1448 tarihinde II. Kosova Zaferini kazandı ve böylece Avrupalıların Türkleri Balkanlardan atmak için giriştikleri son seferi de zaferle tamamlamış oldu. Buradan Edirne’ye dönen II. Murad 1449 yılında oğlunu evlendirdi. Oğlunu Manisa Sancakbeyliğine gönderen II. Murâd, 3 Şubat 1451 sabahı Edirne Sarayı’nda vefât eyledi.

ZEVCELERİ: 1- Dulkadiroğlu Alîme Hâtûn. 2- Yeni Hâtun; Amasyalı Mahmûd bey’in kızı. 3- Hüma Hâtun: Abdullah isimli bir şahsın kızı ve Fâtih’in annesi. Fâtih’in annesinin devşirme olduğu nakledilmektedir. Ancak Müslüman olduğu kesindir ve hele Ortodoks olan Mara Hâtûn ile Fâtih’in üvey annelik dışında alakası yoktur. 4-Tâcünnisâ Hatice Halîme Hâtun; Candaroğlu İsfendiyar Bey’in kızı. 5-Mara Hâtun; Çocuksuz ve ortodoks olarak ölen ve Fâtih’in üvey annesi olan bu kadın, Sırbistan Despotu George Bronkoviç’in kızı. ÇOCUKLARI: 1- Fâtih Sultân Mehmed. 2- Ulu Şehzâde Alaaddin Bey. 3- Şehzâde Büyük Ahmed. 4- Şehzâde İsfendiyar. 5- Şehzâde Hüseyin. 6- Şehzâde Orhan. 7-Şehzâde Hasan. 8- Şehzâde Küçük Ahmed. 9- Yusuf Âdil Şah. 10- Hatice Sultân. 11- Hafsa Sultân. 12- Fatma Sultân. 13- Erhondu Sultân. 14- Şehzâde Selçuk Sultân.

Asrındaki büyük devlet adamları arasında, Timur Paşa’nın oğlu Gâzi Umur Paşa, Çandarlı-zâde Halil Paşa, devşirmelerden Şihâbüddin Paşa, Damad Karaca Paşa, Zağanos Paşa ve Kasım Paşa’yı; asrının meşhur âlimlerinden Molla Fenari’den sonra müftülük makamına gelen Molla Yegân lakabıyla meşhur Mevlânâ Muhammed, Molla Şemseddin Gürânî, Seyyid Alâ’addin Semerkandî, Hızır Beğ ve Alâ’addin Tûsî’yi; maneviyât erenlerinden Hacı Bayram’ın halifelerinden Ak Bıyık, Muhammediyye müellifi Yazıcızâde, Envâr’ül-Âşıkîn adlı eserin müellifi Ahmed-i Bîcan ve Şeyh Muslıhuddin’i; şâirlerden Hacı İvaz Paşa’nın oğlu Atâyî ve şiirlerinden dolayı idam edilen Nesîmî’yi mutlaka zikretmeliyiz[1].
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:13 am

Fâtih Sultân Mehmed

Fâtih Sultân Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne Sarayında Hüma Hâtun’dan dünyaya geldi. Annesi onun gerçek saltanatını görmeden 1449 yılında vefât eyledi. Bir görüşe göre 19 ve bir diğerine göre 21 yaşında babasının vefatı üzerine üçüncü defa saltanat koltuğuna oturdu ve sınırları Tuna’dan Kızılırmak’a kadar genişleyen Devletinin başşehri olarak İstanbul’u almak ve Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmak en büyük ideali idi.

İstanbul’u almak için Boğaz’a hâkim olmanın şart olduğunu bilen Sultân Mehmed, 1452’de Boğazkesen Hisârı dediği Rumelihisârını inşa ettirdi. Karşısında Yıldırım’ın inşa ettirdiği Anadoluhisârı yükseliyordu ve artık Osmanlının izni olmadan boğazı geçmek mümkün değildi. 1 Eylül 1452’de Edirne’ye dönen Sultân Mehmed, hemen kendisinin planlarını çizdiği topların dökümüne başladı. Deneyler yapıldı ve dünyanın harp aletleri alanında harikaları vücuda getirildi.

Planı sezen İmparator zor durumdaydı; zira Bizans ikiye ayrılmıştı. Avrupa, yardım için Katolik olmalarını istiyor ve Ortodokslar ise hayır diyordu. 12 Aralık 1452’de Ayasofya’da Katolik ayini yapılması, Sultân’ın işlerini kolaylaştırıyor ve Bizans Başbakanı Notaras, “Bizans’ta Latin şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim” diyordu. Bizans’lılar parlayan ateşlerine ve Hz. Meryem’e güveniyorlardı. Ancak 1453 Şubatında Edirne’den yola çıkan toplar 5 Nisanda İstanbul önlerine geldi. 6 Nisan’da muhasara başladı. 53 gün süren muhasara sırasında Fâtih’in ordusu, tarihe geçen kahramanlıklar yazdı. Bizans’ın Galata ile Sarayburnu arasına gerdiği zincirler, Osmanlı donanmasının karadan yürütülerek Haliç’e girmesiyle parçalanmıştı. Muhasaranın 53. Günü Hz. Peygamber’in müjdelediği fetih 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti ve Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle Topkapı ve Eğrikapı yönlerinden İstanbul’a girdi. Ayasofya’ya sığınan on binlerce insanın burnu bile kanamadı ve İslâm Hukukunun bu konudaki hükümleri aynen uygulandı ve herkese temel hak ve hürriyetleri tanındı.

Fâtih’in fetihten sonra yaptığı ilk iş, İstanbul’un maddi ve manevi imar edilmesidir. Bu işi tamamladıktan sonra Belgrad hariç bütün Balkanları Osmanlı Devleti’ne ilhak eyledi. Batıyı emniyete aldıktan sonra, kendisine pürüz çıkaran Karamanoğulları ve İsfendiyaroğulları Beyliklerini tamamen ortadan kaldırdı. Bu arada Bizans’ın artığı olan Trabzon’daki Pontus İmparatorluğu da 1461 yılında tamamen tasfiye edilmiş oldu. Komutanlarından Gedik Ahmed Paşa, Kırım’ı aldı.

Bütün bu fetihler, başta Abbasî Halifesi olmak üzere herkes tarafından takdir edilirken, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Fâtih’e kafa tutuyordu. Bunun üzerine Erzincan civarındaki Otlukbeli denilen yerde 1473 tarihinde bu sıkıntı da bertaraf edildi ve artık Osmanlı devleti Toroslara kadar genişledi. Fâtih Sultân Mehmed, yeni bir harbin hazırlığında iken, 1481 yılında 51 yaşında Gebze’de vefat etti. 28 yıllık padişahlığı süresince 2 İmparatorluk, 14 devlet ve 200 şehir fethederek Fâtih ünvanını Hz. Peygamber’den alan Sultân Mehmed, devletin sınırlarını 2.214.000 km2’ye genişletmişti ki, bu 3 Türkiye Cumhuriyeti eder demektir. Balistikteki keşifleri, Matematik ilmindeki dehası, dinî ilimlerde büyük bir âlim olması, Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve benzeri önemli dünya dillerinden dokuzuna vâkıf olması, onu Osmanlı tarihinin en büyük askeri, devlet adamı ve âlimi olduğunu, düşmana ve dosta söyletmiştir.

Ona bu büyük fetihte yardımcı olan devlet adamları arasında, Çandarlı Halil Paşa, Mahmûd Paşa, Rum Mehmed Paşa, İshak Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Zağanos Mehmed Paşa, Balaban Bey, Bali Bey ve benzeri çok sayıda devlet adamı ve komutanları saymak mümkün olduğu gibi, manevi komutanlar arasında ise, asrının büyük âlimlerinden ve maneviyât erenlerinden, Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Zeyrek, Akşemseddin, Hızır Bey, Hocazâde Efendi, Molla Vildân ve Molla Şeyh Vefâ ve benzeri zatları zikretmek icabeder.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:14 am

Sultân II. Bâyezid

Sultân II. Bâyezid, Gülbahar Hâtun’dan 1450 yılında Dimetoka Sarayı’nda dünyaya geldi. Babası Sultân Fâtih’in nâşı 17 gün saklandı ve Amasya’da Sancak Beyi olan Şehzâde Bâyezid İstanbul’a getirilerek tahta çıkarıldı. Bazı tarihçilerin, Osmanlı kaynaklarında geçen “îş ü nûşu severdi” şeklindeki ifadelerini, onun gençliğinde eğlence ve içkiyi severdi şeklinde yorumlamaları asla doğru değildir. Tam aksine veli lakabını alan nadir Padişahlardan biridir. Asrındaki maneviyât erleri ve âlimlere gösterdiği hürmet de bunun şahididir. Müstakil bir sorunun cevabında da özetleyeceğimiz gibi, Fâtih’in vefatıyla Hıristiyan alemi istediğine kavuşmuş ve Roma bir İslâm merkezi olmaktan kıl payı kurtulmuştu. İşte Şehzâde Cem olayı da bunun tuzu biberi oldu. Sultân Bâyezid, İtalya’daki Gedik Ahmed Paşa komutasındaki orduyu hemen geri çağırdı ve maalesef 1495 yılına kadar, birinci derecede Cem Sultân ve Memlüklülerle meşgul oldu. Sultân Bâyezid’in asıl saltanatı 1495 yılından başlatılabilir.

Bütün bu sıkıntılara rağmen, Sultân Bâyezid, 1483’de 1. Seferini Morava’ya ve 1484 yılında ikinci seferini de Boğdan’a yaptı. Maalesef düşmanlar, 1485 yılından itibaren, dünyanın 1. ve 2. güçlü devletleri olan Memlüklülerle Osmanlıların arasını açmaya muvaffak oldular. Osmanlı hacılarının güvenliğini sağlamayan Memlüklülere karşı, Mayıs 1485’de Çukurova’ya asker gönderilerek resmen harp başlatılmış oldu. Memlüklü Sultânı Kayıtbay düşmanlığın devamını istemiyordu; çünkü bundan Endülüs’de Müslümanlara zulmeden İspanya ve Portekiz ve ayrıca tüm Hıristiyan blok istifade ediyordu. Neticede Ramazan Oğulları Memlüklülerde ve Zülkadir Oğlu Osmanlı’da kalmak üzere, yıllar süren ve genellikle Memlüklü lehine sonuçlanan savaş yılları sona erdi.

1495’de Cem Sultân’ın vefatı ve de Memlüklü ile yapılan sulhden sonra yeniden asıl saltanat yıllarına başlayan II. Bâyezid, evvela Boğdan’a musallat olan Polonya’ya karşı haretekete girişti. Bununla da kalmadı; Venedik, Macaristan ve zaten arada düşmanlık bulunan İspanya ile fiilen savaş hali başladı. II. Bâyezid 4. Ve 5. seferini, sırasıyla 1499 ve 1500 yıllarında Venedik üzerine yaptı. 4 yıl süren savaşlar neticesinde, Venedik Balkanlardaki bütün müstemlekelerini, başta Mora ve Yunanistan olmak üzere, Osmanlı Devleti’ne teslim mecburiyetinde kaldı. Osmanlı orduları, Macaristan ve Bosna’da yaptıkları savaşlarda da önemli fetihler elde ettiler.

Maalesef, bu başarıların ardından, Erdebil’deki Safevî tarikatının şeyhlerinden Şeyh Cüneyd, onun oğlu Şeyh Haydar ve nihayet asırlarca Osmanlı Devleti’ni fetihlerinden uzak tutan Şah İsmail ve onun Şi’i devleti olan Safevîler meselesi ortaya çıktı. 1460’da Şeyh Cüneyd katledildi, ama yerine geçen Şeyh Haydar, işi daha da ileriye götürdü. Asıl problem, Uzun Hasan’ın da torunu olan Şah İsmail ile başladı. Şah İsmail’in desteğiyle Anadolu’dan toplanan Türkmen gençleri, Erdebil’e götürülüyor ve orada ciddi bir Şî’a eğitimi verildikten sonra, birer Şi’î mollası olarak Osmanlı Sofuları adıyla Anadolu’ya gönderiliyordu. 1507’de Şah İsmail’in Zülkadir Oğlu Alâüddevle Beyin kızını istemesi ve onun da bir Şi’îye kızını vermek istememesi üzerine, II. Bâyezid’in kayınpederi ve Yavuz’un da dedesi olan Zülkadir Oğlu beğliğine saldırdı ve zulme başladı. Osmanlı Devleti’nden ve Memlüklülerden tepki görmeyince iyice şımardı. Tepki, 1487 yılından beri sancakbeğliğinde bulunduğu Trabzon’dan yani Yavuz’dan geldi ve Şehzâde Yavuz hemen Gürcistan Seferine çıktı. Bu sefer sonucunda, Yavuz komutasındaki Osmanlı orduları, Şah İsmail’in oğlu İbrahim Mirza’nın komuta ettiği Safevî ordusunu Erzincan yakınlarında perişan etti. Halk, Yavuz adına “Yürü Sultân Selim, devrân senindir” türkülerini söylüyor ve babasının pasifliğini bir nevi protesto ediyordu.

Zor olan nokta Şah İsmail’in şahlığı ve şeyhliği beraber götürmesiydi. Bu sebeple Antalyalı bir Türkmen olan ve Erdebil’e giderek tam bir Şi’i mollası haline gelen Şah Kulu isimli halifesi, çevresine topladığı bazı göçebelerle devletin başına yeniden gâile açmaya hazırlanıyordu. Veziriazam Ali Paşa, üzerine yürüdü ve Sivas yakınlarındaki Gökçay mevkiinde 1511 yılında katledildi. Bu arada önce Kırım’a geçen ve ardından da Edirne’ye gelerek babasıyla görüşmek isteyen Selim’e, Şehzâde Ahmed ve Korkut taraftarları engel olmak istiyorlardı. Nitekim Çorlu’da babasının ordusuyla Şehzâde Selim’in ordusunu karşı karşıya getirdiler. Babaya kılıç çekilmez diyerek, Karabulut isimli atıyla kaçtı (1511). Aynı yıl Şehzâde Ahmed bu kargaşadan yararlanarak Konya’da sultanlığını ilan etti. Meşru veliahdlıktan düştü ve Şehzâde Korkut veliahd oldu.

Yeniçeri ve bazı devlet erkânının ısrarla Şehzâde Selim’i istediğini bilen Sultân Bâyezid, başka çare olmadığını anlamıştı. Şehzâde Ahmed'in, Şah İsmail'in yakın adamı Nur-ı Ali isimli halifesinin Amasya ve Tokat’da kargaşa çıkarmasına rağmen, karşı gelemeyerek Konya’ya gelmesi, Selim’in işini kolaylaştırıyordu. Bu hadiseler üzerine, 24 Nisan 1512 tarihinde Şehzâde Selim lehine tahttan ferâğat eden II. Bâyezid, 11 gün Eski Saray’da ikamet ettikten sonra, Dimetoka’ya gitmek üzere yola çıktı. Kendisine tahsis edilen ikametgâha ulaşmadan Çorlu yakınlarında yolda vefat etti.

ZEVCELERİ: 1- Nigâr Hâtûn; Şehzâde Korkut ile Fatma Sultân’ın annesi ve Abdullah Vehbi’nin kızı. 2- Şirin Hâtun; Abdullah kızı ve Şehzâde Abdullah’ın annesi. 3- Gülruh Hâtun; Abdülhayy’ın kızı ve Alemşah ile Kamer Sultân’ın annesi. 4- Bülbül Hâtun; Abdullah kızı ve Şehzâde Ahmed ile Hundi Sultân’ın annesi. 5- Hüsnüşah Hâtun; Karamanoğlu Nasuh Bey’in kızı. 6- Gülbahar Hâtûn; Abdüssamed’in kızı ve bir görüşe göre Yavuz’un annesi. 7- Ferâhşâd Hâtun; Kefe sancak Beği Mehmed’in annesi. 8- Ayşe Hâtûn; Zülkadiroğlu Alaaüd-devle Bozkurd Bey’in kızı ve bir görüşe göre Yavuz’un annesi. ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Sultân Abdullah Hân. 2- Gevher Mülûk Sultân. 3-Şehzâde Sultân Korkut Hân. 4-Şehzâde Sultân Ahmed Hân. 5- Yavuz Sultân Selim Hân. 6-Şehzâde Sultân Şehinşâh Hân. 7-Şehzâde Sultân Mahmûd Hân. 8-Şehzâde Sultân Mehmed Hân. 9-Şehzâde Sultân Alem Şah Hân. 10- Selçuk Sultân. 11- Hatice Sultân. 12- İlaldı Sultân. 13- Ayşe Sultân. 14- Hundi Sultân. 15- Ayn-i Şah Sultân. 16- Fatma Sultân. 17-Şah Sultân. 18- Hüma Sultân. 19- Kamer Sultân.

II. Bâyezid devrinin önemli devlet adamları arasında, Vezir-i A’zamlardan İshak Paşa, Hersek-zâde Ahmed Paşa, Çandarlı İbrahim Paşa ve Koca Mustafa Paşa; Şeyhülislâmlardan Molla Abdülkerim Efendi ve Zenbilli Ali Efendi; ilim ve maneviyât erbabından ise, Molla Lütfi Efendi, Sarı Gürz, Muslihuddin bin Sinan Efendi, İdris-i Bitlisî, kendilerine uzaktan taltiflerde bulunduğu Molla Cami ve Ubeydullah Ahrar Hazretleri ve şairlerden ise, Niyâzî-i Mısrî, Vasfî ve İznikli Celilî misâl olarak zikredilebilir.

Gâzî, âlim, şâir, hattât, veli ve müzehhib gibi çok sıfatları bulunan II. Bâyezid, babası Fâtih’in fetihlerini çok iyi hazmetmesine rağmen, kendi zamanında sadece 160.000 km2’lik genişleme temin edebilmiştir. Fetret devrinden sonra Osmanlı Devleti’nin en sıkıntılı dönemlerinden olması, bunun başlıca sebeplerindendir .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:15 am

Yavuz Sultân Selim

Karakterinin sertliğinden dolayı “Yavuz“ ve şehzâdeliğinden beri “Selim Şah“ denen Sultân Selim, 7 Safer 918/Nisan 1512'de Osmanlı padişahı olmuş ve 8 sene, 9 ay bu tahtta oturduktan sonra 8 Şevval 926/ 21 Eylül 1520'de vefat etmiştir: Zulkadiroğlu Alâüddevle'nin kızı Ayşe Hâtun'un oğlu olan Yavuz, şehzâdeliğinden beri, istikbalinin parlak olduğunu gösteren bir hayat çizgisi takip etmişti.

Anadolu'nun Safevî devletinin işgâli tehlikesine karşı, babasının ihmali ve aynı zamanda dedesi olan Alâüddevle'nin aczi karşısında şahlanan ve o dönemde Trabzon Sancakbeyi olan Yavuz, Şia’ya karşı Anadolu'yu müdâfaa hareketine girişti. Gürcülerle yaptığı muhârebeler sonucunda halkın nazarında manevi destek kazanan Yavuz, merkezin ikazlarına rağmen Şî’a ile olan mücadelesine devam etti ve bu mevzuda ihmâlkâr davranan babası II. Bayezid'i tahttan indirerek yerine kendisi oturdu. Ancak mücâdele sona ermemişti. İran meselesini halletmek için Amasya Sancakbeyi ve ağabeyi Şehzâde Ahmed ile Manisa Sancakbeyi olan Şehzâde Korkut ile anlaşması icab ediyordu. Yavuz'a karşı Şah İsmail'den yardım isteyen ve kuvvetli bir ordu ile isyana kalkışan Şehzâde Ahmed, 1513'de Bursa Yenişehir'de maslub edildi ve bağy= devlete isyan suçunun had cezası olarak idam olundu. Bu hadiseden 38 gün önce de, önceleri Yavuz'la anlaştığı ve kendisine Teke=Antalya, Hamîd = Isparta ve Midilli sancakları verildiği halde sonradan isyân eden diğer ağabeyi Korkut da aynı âkıbete uğramıştı.

Mevcut manileri bertaraf eden Yavuz, ittihâd-ı İslâm’ın mühim mani'i olan Safevî Devleti'ni ve onun sinsî reisi Şah İsmail'i halletmek üzere maddî ve manevî hazırlıklara başladı. İbn-i Kemal gibi allâmelerden bu fitnenin def’i için fetvâ alan Yavuz, 920/1514'de Çaldıran zaferini kazandı ve şarkın kapılarını Osmanlı Devleti’ne açtı. Kemah, Bayburt, Erzincan ve Kiğı Osmanlı Devleti'ne 921/1515'de ilhâk edildi. Bunu, aynı yıl Çaldıran zaferinden dönerken üzerine gidilen Zulkadiroğullarının Osmanlı Devleti'ne ilhâkı ta'kip etti. Bütün bu gayretlere rağmen, doğu ve güneydoğu bölgeleri Şi’a tehlikesinden kurtulamamıştı. İşte bu işi, büyük âlim İdris-i Bitlisî ve Bıyıklı Mehmed Paşa üstlendi. Bunların samimi gayretleri sonucu, 1516 ve ta'kip eden yıllarda, başta 26 aşiret olmak üzere, mühim Kürt ve Türkmen beylikleri, istimâlet ile yani kendi arzu ve istekleri ile Osmanlı Devleti’ne iltihâk eylediler. Böylece Doğu Anadolu top yekûn Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde kaldı.

Herhangi bir harb olmadan Doğu Anadolu’nun Osmanlı Devleti’ne iltihâkı ve Şah İsmail'in mağlûbiyeti Memlüklüleri ve Sultânları Kansu Gavri'yi rahatsız etmişti. Bu durumu hisseden ve Memlüklülere İslâm birliğini bozdurmak istemeyen Yavuz, Memlüklülerin üzerine yürüdü ve 922/1516 yılında Mercidabık'da Kansu Gavri karşısında büyük bir zafer kazandı. Bu zafer, Malatya, Divriği, Dârende, Besni, Gerger, Kâhta, Birecik ve Anteb'in de yeniden ve sağlam bir şekilde fethine yol açtı. Aynı yıl (922), Haleb ileri gelenleri, erkân-ı devleti ve ulemâsı ile Yavuz'a itaat ve teslimiyet mektubu gönderdiler. Böylece Haleb, Antakya, Hama ve Humus kaleleri de Osmanlı Devleti'ne ilhâk olundu ve eyâlet haline getirildikten sonra Haleb Beylerbeyliğine Karaca Ahmed Paşa getirildi. Daha sonra ise, Dâr-üs-Selâm Şam'a girildi ve birçok Arab Şeyhi kendi arzuları ile Osmanlı Devleti’ne iltihâk eyledi.

922/1516'da Kansu'nun yerine geçen Tomanbay'a bir nâme gönderen ve Mısır'a yürüyeceğini belirten Yavuz Sultân Selim, Safed, Nablus, Kudüs, Aclûn, Gazze ve kısaca Suriye ve Filistin'i de yol üzerinde feth eyledi. 923'de Kahire ve Mısır'ı, Ridâniye harbini zaferle kazanarak Osmanlı topraklarına ilhâk eden Yavuz, böylece şarkta tam bir ittihâd-ı İslâm kahramanı oldu. Böylece Anadolu, Karaman, Rûm ve Rumeli eyâletlerine ilâveten Osmanlı Devleti’ne Diyarbekir, Haleb, Mısır, Şam ve Zülkadriye Eyâletini de ilâve etmiş oldu.

Son Abbasî halifesi III. Mütevekkil Alellâh'dan Ayasofya'da yapılan bir dinî merâsimle halifelik ünvanını da kazanan Yavuz, Mekke Şerifi Ebul-Berekât'ın oğlu Şerif Ebu Nümey vâsıtasıyla Mekke'nin anahtarlarını kendisine göndermesiyle de hâdim'ül-Haremeyn vasfını elde etmişti. Doğuda ittihâd-ı İslâmı tahakkuk ettiren Sultân Selim, Batıdaki İslâm düşmanlarına da dersini vermek üzere 2 Şa'ban 926/1520'de sefere çıktı; ancak 8 Şevvâl 926'da yakalandığı bir hastalıkla manevi şehid oldu.

Netice olarak eyâlet sayısı dört olan Osmanlı Devleti'ni, 8 sene gibi kısa bir zamanda iki katına çıkardı. Son zamanlarına doğru te'sis edilen Cezâyir Eyâleti de hesâba katılırsa, Osmanlı Devleti'ne, bu dönemde beş eyâlet daha ilave edilmiş oldu. Safevilerden de Erbil, Kerkük ve Musul alınmış ve Bağdat Eyâleti'nin temelleri atılmıştır.

Merkez teşkilâtındaki en önemli değişiklik, Yavuz Sultân Selim'in Şarkî Anadolu ile Maraş, Malatya ve havalisini fethetmesi üzerine, 922/1516'da Arap ve Acem Kazaskerliği ünvanıyla Divan'a dâhil olmayan bir kazaskerliğin ihdâs edilip Diyarbakır'ın bu kazaskerliğe merkez olması ve bu hizmete de meşhur tarihçi İdris-i Bitlisî'nin getirilmesidir. Suriye ve Mısır da Osmanlı Devleti’ne tamamen ilhâk edilince, bu üçüncü kazasker de divan-ı hümâyûn hey'etine dâhil edilmiş ve bu hizmete Fenarî-zâde Mehmed Şah Efendi getirilmiştir. Daha sonra Pîrî Paşa zamanında bu makam kaldırılmış ve muâmelâtı Anadolu Kazaskerliği'ne devredilmiştir.

Yavuz dönemindeki devlet adamları arasında Sadrazam Koca Mustafa Paşa, Hersek-zâde Ahmed Paşa, Pîrî Mehmed Paşa ve nişancı Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi; ilim adamları arasında Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi, Şeyhülislâm Kemal Paşa-zâde, Mü’eyyed-zâde Abdurrahman Efendi ve Kara Muhyiddin Efendi zikredilebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:16 am

Kanuni Sultân Süleyman

Kanunî Sultân Süleyman devrine şarkıyâtçı Ortalon’un söylediği şu sözlerle başlamak istiyoruz: “Sultân Süleyman’ın eserleri bir sıraya konulsa, en alt katta muhârebeleri, onun üstünde bıraktığı âbideler ve en üstte ise, kurmuş olduğu ilmî ve hukukî müesseseler gelir”.

Yukarıda zikredilen özelliğinden dolayı Osmanlı tarihinde Kanunî; sadece Osmanlı Padişahlarının değil, dünyada görülen hükümdârların en muhteşemlerinden biri olması haysiyetiyle Batı âleminde Le Manifigue (Muhteşem) ve Grand (Büyük); şâirlik mahlası olarak Muhibbî; 13 tane büyük gazâya fiilen iştirâk etmiş olması hasebiyle Gâzî ve diğer Osmanlı Padişahlarına dendiği gibi bazan da Süleyman Şah denen Kânunî Sultân Süleyman, bir rivâyete göre, 900/1494 yılında Hafsa Sultân’dan Trabzon’da dünyaya gelmiştir. 926/1520 yılında ve 26 yaşında Osmanlı tahtına geçen Kanunî, 974/1566 tarihine kadar yani 46 sene Padişahlık yapmıştır.

Kanuni Sultân Süleyman, evvela başına gâile çıkarmak isteyen, babası zamanında Şam Beylerbeyisi olan ve iktidâr değişikliğinden istifâde ederek Melik Eşref ünvânıyla hükümdârlığını ilan eden Canberdi Gazâli’yi 1521’de idam ettirdi. Bu gâileyi bertaraf eden Kanunî, daha sonra meşhur seferlerinden 1. Sefer-i Hümâyûn’unu Belgrâd üzerine yaptı. 1. Macar seferi veya Engürüs seferi de denen bu sefer neticesinde, sırasıyla Böğürdelen (Şabaç), Zemun ve Salankamin kaleleri fethedilmiş ve nihâyet daha sonraları Dâr’ül-Cihâd adını alan Belgrâd, 927/1521’de feth olunmuştur. Bu arada Yemen’de fitnelere yol açan İskender adlı şahıs, kendi adamları tarafından öldürülerek, 927/1521 tarihinden itibaren bu beldelerde de Osmanlı Sultânı adına hutbe okunmaya başlanmıştır.

2. Sefer-i hümâyûnunu asırlarca haçlı ordularına karakolluk yapan Rodos ve adalar üzerine düzenlemiş ve 929/1522 yılının sonlarına doğru Bodrum, Tahtalı ve Aydos kaleleriyle birlikte İstanköy, Sömbeki ve Rodos adaları Osmanlı ülkesine katılmıştır. Hıristiyanlığın İslâm âlemine karşı bir kalesi sayılan Rodos’un zabtı, Avrupa’da büyük bir hayret ve teessür uyandırmıştır. Osmanlı orduları adaları fetihle meşgul iken Anadolu’da problemler çıkaran ve Yavuz tarafından Zülkadriye Eyâleti beylerbeyliğine getirilen Şehsuvaroğlu Ali Bey fitnesi de, Ferhad Paşa kumandasında gönderilen ordu ile 929/1522’de bertaraf olunmuştur. Bu arada Mısır’da çıkan cüz’î isyanlar da aynı yıl bastırılmış; vefat eden Hayır Bey’in yerine evvela Mustafa Paşa ve sonra da ikinci vezir Ahmed Paşa getirilmiş ve memlekette huzur ve âsâyiş sağlanmıştır. 930/1523 yılında Şah İsmail’in Sultânı tebrik için elçi gönderdiğini ve aynı yıl kendisinin vefatı üzerine oğlu Tahmasb’ın yerine şah olduğunu da kaydetmek isteriz.

3. Sefer-i hümâyûn, 2. Engürüs (Macaristan) veya Mohaç seferi olarak da bilinir. Belgrat’ın alınmasından sonra Müslüman Türk akınlarına ma’rûz kalan Macaristan, Hırvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya, bu seferle önemli ölçüde Osmanlı topraklarına katılmıştır. 932/1526 tarihinde Tuna nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervardin) kalesini fetheden Osmanlı orduları, daha sonra da sırasıyla Sirem muhitindeki kaleleri, İyluk ve beraberindeki on küsur kaleyi ve nihayet Drava nehri kenarındaki Ösek (Eszek) kalesini zaptetmişlerdir. Kazanılan Mohaç zaferinden sonra, 932/1526 yılının Eylül’ünde Macaristan’ın başşehri olan Budin fethedilmiş ve bunu Segedin, Budin’in tam karşısında yer alan Peşte ve benzeri çevre şehirlerin fetihleri takip eylemiştir. İstanbul’a Macaristan fâtihi ünvanıyla dönen Kanuni, bu seferiyle Orta Avrupa’da dengeyi değiştirmiş ve artık Osmanlı Devleti’nin sınırları Avusturya ve Çekoslovakya’ya dayanmıştır.

Ferdinand’ın tekrar Almanlardan destek alarak Budin’e yürümesi üzerine, 4. Sefer-i Hümâyûn’unu da Macaristan’a düzenleyen Kanuni, 936/1529 tarihinde Budin’i yeniden Osmanlı hâkimiyetine aldı ve yol üzerindeki Estergon’u ele geçirdikten sonra Ferdinand’ın gizlendiği Viyana’ya doğru yürüdü. Netice alınamayan I. Viyana Muhâsarası, Alman ve Macarları tekrar ümitlendirdi.

5. Sefer-i hümâyûnunu yeniden ümitlenen Alman Şarlken ve Macar Ferdinand üzerine yapmayı planlayan Kanunî, 938/1532 tarihinde başladığı bu seferinde, evvela Siklos (Şikloş), Kanije ve nihâyet Viyana yolunu Osmanlı ordularına açan Güns kaleleri başta olmak üzere on beşten fazla kaleyi fethetmeyi başarmıştır. Meydandan kaçan Şarlken ve kardeşi Ferdinand’a ağır nâmeler gönderen Kanunî, Budin’i geri aldığı gibi, Papoçe, Şopron, eski başkentlerden Gradcaş, Pojega, Zacisne, Nemçe ve Podgrad kalelerini aldıktan sonra, 939/1532 senesi Kasımında Almanlarla sulh yaparak İstanbul’a dönmüştür.

6. Sefer-i hümâyûn, Irakeyn seferi veya İran seferi diye de meşhurdur. Şarlken’den sonra Kanunî’nin ikinci büyük rakibi olan Şah Tahmasb, Bitlis hâkimini kendisine tâbi olması için zorluyor ve Osmanlı Devleti’nin başına doğuda gâileler açıyordu. Osmanlı Devleti’ni Olama Hân ve Safevi devletini ise, Bitlis Hâkimi Şeref Hân tutuyordu. 940/1533 yılında sefer, Vezir-i A‘zam İbrahim Paşa komutasında başladı ve yol esnasında Adilcevaz, Erciş, Van ve Ahlat alındıktan sonra 941/1534 yılında Tebriz’e girildi. Daha sonra aynı yılın Eylül’ünde Padişah da sefere katıldı ve Karahan Derbendi geçildikten sonra Hemedan ve Kasr-ı Şirin yoluyla Bağdat’a ulaşıldı. 941/1534 Aralık ayında Bağdad direnmeden teslim oldu. Kerkük ve Hille gibi Irak beldeleri Osmanlı ülkesine katıldığı gibi, Güney Irak, Kuveyt, Lahsâ, Katîf, Necd, Katar ve Bahreyn bölgeleri de Osmanlı Devleti’ne itâat edince bütün bunlar, Basra Eyâleti adı altında Osmanlı’ya bağlandı (24.7.1538). Bu arada Barbaros Hayreddin Paşa, aynı yıl Tunus’u fethederek Osmanlı Devleti’ne bağlamıştı.

7. Sefer-i hümâyûnda Venediklilerin üzerine gidilmiş, Korfu ve Otranto hücuma ma’rûz kalmışsa da, Venediklilerin sulh talebi ve Fransa Kralının da arzusu üzerine 1537 yılında İstanbul’a dönüldü. Bu arada Doğu Hırvatistan’da Osiyek yakınlarındaki Vertizo’ya sokulan düşman askerleri yok edildi.

8. Sefer-i hümâyûn Kara Boğdan yani Moldavya üzerine yapıldı. 1538 yılında Kanuni Moldavya üzerine yürürken, denizlerde Hadım Süleyman Paşa, Süveyş’ten hareket ederek Yemen ve Aden’i almış ve Hindistan’daki Diu Kalesini kuşatmıştı. Yine aynı yıl, Osmanlı Devleti’ne Batı Cezayir’i kazandıran Barbaros Hayreddin Paşa, Batılı donanmalara karşı kazandığı Preveze deniz zaferi ile Akdeniz’i bir Osmanlı Gölü haline getirmişti. Kara Boğdan seferi de, her ne kadar sulh ile neticelendi ise de, hem Moldavya bölgesinde ve hem Tuna boyunda Osmanlı sınırları durmadan genişliyordu.

9. Sefer-i hümâyûn, 1541’de yapılan Budin Seferi’dir. Macaristan’da Osmanlıların himâyesindeki Kral Yanoş Zapolya’nın ölümüyle (1540), Avusturyalı Ferdinand’ın buraları işgal etmek istemesi ve hatta Budin ve Peşte’yi kuşatması, Kanunî’yi tekrar bu bölgelere getirdi. 1541 tarihli bu seferle artık Macaristan’ı Budin Eyâleti’nin bir parçası haline getirdi.

Kısa bir süre sonra Ferdinand, Almanların desteği ile yine Budin ve Peşte’yi kuşattıysa da, Kanunî Sultân Süleyman 10. sefer-i hümâyûnu ile hem Ferdinand’ı ve hem de kendisini destekleyen Almanları, 1543 tarihinde geri çekilmeye ve Osmanlı Devleti’nden sulh andlaşması istemeye mecbur etti. Bu sefer neticesinde Macaristan’ın dinî merkezi olan Estergon, İstolni-Belgrad ile beraber iki mühim sancak merkezi olarak Budin’e bağlandı. Peç ve Şikloş, geri alındı. Yapılan andlaşmayı bütün Avrupa devletleri kabul etmek durumunda kalırken, Kanunî, tartışmasız “Cihân Padişahı“ ünvanını bu gazâ ile kazandı. İmparator sıfatı, sadece Muhteşem Süleyman için kullanılabilecekti.

Muhteşem Süleyman, 11. sefer-i hümâyûnunu, Osmanlı Devleti’ni arkadan vurmayı âdet haline getiren İran’a yaptı. Buna 2. İran Seferi de denir. 1548-1549 yıllarında gerçekleştirilen bu sefer ile, Tebriz geri alındı. 1553-1555 yılları arasında da 3. İran seferini ve genelde ise, 12. Sefer-i hümâyûnunu yaptı. Buna Nahcivan Seferi de denmektedir. 1554 Temmuz’unda Revan’a gelen Padişah, oradan Nahcivan’a giderek burayı feth eyledi. Kuzey Azerbaycan üzerinden Güney Azerbaycan’a geçince, Şah sulh istedi ve ortalarda görünmeyince de Amasya’ya çekildi. 1555 yılında Amasya’da imzalanan andlaşma ile Gürcistan paylaşıldı ve Irak’da eski sınırlar muhâfaza edildi.

Şehzâde Mustafa ve Şehzâde Bâyezid meseleleriyle yıpranan haşmetli Padişah, son büyük seferini, 1566 yılında Zigetvar’a düzenledi ve burada kuşatma sırasında 72 yaşında iken çadırında vefât etti.

Yavuz döneminde 6.5 milyon km2 olan Osmanlı Devleti’nin toprakları, Kanunî devrinin sonunda en yüksek seviyesine olmasa da, 15 milyon km2ye yükseldi. Osmanlı Devleti’nin sınırları içine, Avrupa’da -bugünkü siyasi sınırlarla- Eszak hariç Macaristan, Erdel (Romanya’da), Banat (Romanya ve Yugoslavya’da), Belgrad ve Voyvodana, Hırvatistan ve Slovenya ve daha nice yerler; Asya’da Rodos ve on iki ada, Arabistan, Batı Gürcistan, Doğu Anadolu’nun geriye kalan kısmı, himâye bölgeleri olarak, Yemen, Kuveyt, Bahreyn, Hadramut, Katar ve daha nice yerler; Afrika’dan Eritre, Cibuti, Somali, Habeşistan’ın önemli bölgeleri, Libya, Tunus, Çad ve Büyük Sahra’nın bazı kısımları dâhil olmuştu. Kısaca “Bir sultân-ı azîm’üş-şan idi ki, her hıttada hutbesi yürür ve bin bir kal’ada nevbeti vurulurdu.”.

Netice olarak Kanunî Sultân Süleyman devri, hem devletin sınırlarının genişlemesi yani siyâsi ve coğrafi açıdan ve hem de ilim, kültür, hukuk ve maliye gibi konular açısından, Osmanlı Devleti’nin zirvelere yükseldiği bir dönemin kısa adıdır.

Kanunî Sultân Süleyman, hem büyük bir asker, hem kudretli bir idareci ve hem de eşine ender rastlanır bir devlet teşkilâtçısı idi. Bu dehâsını, Fâtih zamanında hazırlanan teşkilât kanunlarını geliştirerek ve kısmen de değiştirerek gösterdi. Denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nin siyâsî, kültürel, sosyal, iktisâdî, adlî ve kısaca her çeşit yapılanması, Kanunî devrinde zirvesine yükseldiği gibi, devletin merkezî ve taşra teşkilâtı da bu dönemde zirveye yükselmiştir. Bunu, hazırlattığı kanunnâmelerde görmek mümkündür.

Kanuni devrinin zirveye yükselmesinde katkısı bulunan Sadrazamlar arasında Pîrî Mehmed Paşa, Lütfi Paşa ve Sokullu Mehmed Paşa’yı; Şeyhülislâmlar arasında Zenbilli Ali Efendi, Kemal Paşa-zâde, Çivi-zâde ve özellikle de Ebüssuud Efendi’yi; diğer devlet adamları arasında Barbaros Hayreddin Paşa, Koca Nişancı Celâl-zâde Mustafa, Seydi Bey ve Ca’fer Ağa’yı; ilim ve maneviyât erbâbı arasında ise, Nakşibendi Tarikatının reislerinden Hâce Mahmûd Bedahşî, Şeyh Bâli Efendi, Hâce Derviş Mehmed Efendi, Molla Abdüllatif Efendi ve Kadi-zâde Acem Efendi’yi zikredebiliriz. Ancak büyük zatlar bunlardan ibaret değildir.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:17 am

II. Selim (Sarı Selim)

Sarı Sultân Selim diye de bilinen II. Selim 1566’da babasının vefâtından 23 gün sonra İstanbul’a gelerek Osmanlı tahtına oturmuştur. Daha sonra da bizzat Belgrad’a gelerek ordunun huzurunda da cülûs merâsimini tekrarlamıştır. Yeniçeri teşkilâtı cülûs bahşişinden dolayı ilk defa bu Padişah’a baş kaldırma belirtileri göstermiştir.

II. Selim, diğer Osmanlı Sultânlarına benzemeyen ve hem dirâyette ve hem ilim irfânda onların seviyesine çıkamayan bir şahsiyete sahiptir. Ordunun başında hiç bir sefere çıkmamıştır. Daha evvel Karaman Eyâletinin Paşa Sancağı olan Konya’da, Manisa’da ve Kütahya’da sancakbeyliği yapmış ve 42 yaşındayken Padişah olmuştu. Sokullu Mehmed Paşa da olmasaydı, devleti bu sekiz sene içerisinde belki aynı huzurla idare edemezdi. Ancak Kanuni Sultân Süleyman’ın dirâyetli Vezir-i A‘zamı Sokullu Mehmed Paşa, II. Selim yerine devleti idare ediyordu.

II. Selim devrinde patlak veren hadiselerden birincisi Yemen Meselesi idi. Kanunî devrinde iki beylerbeyilik haline getirilen Yemen’de zayıflayan Osmanlı idaresine karşı, Zeyd bin Ali neslinden gelen Topal Mutahhar isyan etti ve San‘a ile Te‘az taraflarına hâkim olan Murâd Paşa’yı mağlûb ederek katl eyledi. Bunun üzerine Yemen Eyâleti tek eyâlet haline getirilerek 975 Zilhicce/1568 Haziran tarihinde Haleb Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa Beylerbeyiliğe getirildi ve buradaki isyanı bastırdı. Sokullu tarafından Yemen Serdârı olarak gönderilen Sinan Paşa’nın gayretleri de eklenince, Yemen, uzun süre Osmanlı hâkimiyeti altına girdi.

Aynı yıl Kurdoğlu Hızır Reis de Endenozya’ya sefer düzenlemişti. Bu arada 1569 yılında Astırhan’a ve Ruslara karşı sefer düzenlendiyse de, Kale Ruslardan alınamadı.

Bu arada 978/1570 tarihinde Kıbrıs Adası Venediklilerin elinden alındı ve bir Hıristiyan Krallığa da son verilmiş oldu. Kıbrıs Müslüman Türklerin eline geçti.

II. Selim devrinde Osmanlı ordusu ilk defa İnebahtı’da Hıristiyan deniz donanması karşısında mağlûbiyete uğradı. 7.10.1571 tarihinde meydana gelen İnebahtı bozgunu, maalesef Avrupalıların gözünde yenilmez ordu diye bilinen Osmanlı Ordusunun bu vasfını bozdu. Ancak İnebahtı’da kaybedilen Osmanlı Donanması kısa bir zaman içerisinde yeniden inşâ olundu. Bu arada Osmanlı ordularının desteğini alan Kırım Hânı Giray Hân’ın 24.5.1571 tarihinde Moskova’yı alacak kadar Rusları perişan ettiklerini burada kaydetmemiz gerekmektedir.

II. Selim devrinin parlak fetihlerinden biri de 1574 tarihinde Tunus’un kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmasıdır. Bunun dışında II. Selim devri, fetihler ve zaferler devresi olmaktan ziyâde sulh ve mu‘âhedeler devresi olmuştur.

II. Selim, sekiz senelik saltanatından sonra 50 küsur yaşında Saray’da 18 Şaban 982/1574 tarihinde vefât etmiştir.

Şunu önemli ifâde edelim ki, Osmanlı Devleti’nin duraklama devresi, Kanunî’nin oğlu Şehzâde Mustafa’yı bir kısım müzevvirlerin iftirasıyla idama mahkûm ettirmesiyle başlar ve II. Selim devrini aslında bir duraklama devri saymak mümkündür. Zira bizzat ordusunun başında mücâhid fî sebîlillah bir Padişah yerine, Sarayından dışarıya çıkmayan ve sadece tenezzüh için Edirne ve benzeri yerlere giden bir Padişah anlayışı hâkim olmaya başlamıştır. Nitekim çok sevdiği Edirne’de Selimiye Camiini inşâ ettirmiştir.

Onun zamanında hizmet ifa eden Sadrazamlar arasında, devleti asıl yürüten insan diye bilinen Sokullu Mehmed Paşa, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa’yı; diğer devlet adamları meyânında Piyale Paşa, Koca Nişancı Celal-zâde Mustafa Çelebi ve Feridun Ahmed Bey’i ve ilim adamları arasında ise Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi, Dede Cöngî Efendi, Kınalı-zâde Ali Efendi ve İmam Muhammed Birgivî’yi zikredebiliriz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:18 am

Sultan III. Murâd

Selim II ile Hasekisi Nur-Bânû Sultân’ın oğulları olub, babasının Saruhan Sancak Beğliği sırasında 5 Cemâziyel-evvel 953/4 Temmuz 1546 tarihinde Manisa’nın Bozdağ Yaylağında dünyaya gelmiştir. 966/1558 tarihinde Şehzâde Murad Akşehir Sancak Beğliğine getirilmiş ve babasıyla amcasının taht mücadelesinde Konya Muhâfızlığı görevini yürütmüştür. 1562 tarihinde Manisa Sancak Beğliğine tayin edilmiş ve padişah oluncaya kadar bu vazifede kalmıştır.

III. Murad zayıf irâdeli ve muhtelif tesirler altında kalabilen bir şahsiyete sahipti. Bu yüzden Sokullu Mehmed Paşa’nın sadrazamlığı süresince işler iyi gitmişse de, onun vefâtından sonra devlet idâresi Vâlide Sultânların ve bazı menfaatperestlerin tesiriyle daima kötüye gitmiş ve Osmanlı Devleti’nin duraklaması tam manasıyla III. Murad devri ile başlamıştır. 21 sene kapalı bir hayat yaşayan III. Murad, sarayında münzevî bir hayat yaşamış, son zamanlarına doğru Cuma namazlarını dahi Saray Camiinde edâ etmeye başlamıştır. Meşru dairede kalmakla birlikte kadına düşkün bir tabî’atı vardır. Osmanlı tarihinde en fazla kadınla meşru dairede yaşayan padişah ünvanını alabilir. Hemen belirtelim ki, bu kadına düşkünlüğü gayr-i meşru hayat yaşıyor manasına alınmamalıdır. Zira aynı zamanda şair olan III. Murad bir cihetten de mutasavvıftır ve Fütûhât-ı Sıyâm ve Esrârnâme adlı iki tane tasavvufa dair eserleri de vardır.

Babası II. Selim'in ölüm haberi üzerine, Manisa Sancakbeyi bulunan oğlu Murad, İstanbul’a gelerek 28 yaşında 1574 yılında tahta geçti. Murad devrinde vukû‘ bulan hadiseler şunlardır:
Fas Sultânlığının Osmanlı Hâkimiyetine Girmesi: Afrika kıt'asının bütün kuzey kısımları Osmanlı hâkimiyetinde bulunmasına rağmen sadece Fas Sultânlığı müstakil bir devlet halinde bulunuyordu. Ancak son yıllarda Fas'ta taç ve taht kavgaları baş göstermişti. Fas Sultânı Mevlây Muhammed, Portekizlilerle işbirliğine başlamış bulunuyordu. Buna karşılık Fas tahtını ele geçiremeyen Abdülmelik, Osmanlılara sığınıp, kendisinin Fas Sultânlığına getirilmesini istemişti. İsteği kabul edilerek Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa'ya emir verildi. Fas ordusu mağlûp edilerek Abdülmelik, Fas Sultânlığına getirildi (1576). Bu tarihten sonra Fas'ta Osmanlı hâkimiyeti başladı. Bu sırada saltanat iddiasından vazgeçmeyen Mevlây Muhammed Portekizlilerden yardım istedi. Portekiz Kralı Sebastian 80 bin kişilik büyük bir kuvvetle Fas'a geldi. Ramazan Paşa idaresinde Osmanlı ve Fas kuvvetleri 1578 yazında Portekizlileri Vadi’s-sebil Savaşı'nda fena halde bozguna uğrattılar. Kral Sebastian, muharebe meydanında öldü.

Lehistan'daki Osmanlı Hâkimiyeti (1575): Lehistan Kralı Sigismund Ogüst ölünce, memleket taht kavgasına düşmüştü. Avusturya ve Rusya kendilerinin gösterdikleri namzetlerin Leh Kralı olması için faaliyet gösteriyorlardı. Hattâ bu maksatla, Rusya kuvvet bile sokmaya kalkıştıysa da, Osmanlı kuvvetlerini karşısında bulunca geri çekilmeye mecbur kaldı. Osmanlı Devleti için Lehistan çok ehemmiyetliydi. Bu yüzden diğer devletlerden daha atik davranıp, nüfuzunu kullanarak kendisine tâbi Erdel Beyi Bathory'yi Leh Krallığına seçtirdi (1575). Lehistan bundan sonra vergiye bağlandı ve 1578 yılına kadar Osmanlı himâyesinde bir devlet olarak kaldı.

Sokullu Mehmed Paşa'nın Ölümü (1579): III. Murad’ın cülûsundan sonra hükümet idaresinin başında yine Sokullu Mehmed Paşa vardı. Ancak son zamanlarda saraydaki bazı şahısların tesiriyle Sokullu’ya olan itimad ve muhabbet azaldı ve hatta Sokullu’nun zevcesi İsmihan Sultân ve Vâlide Nurbânû Sultân olmasaydı belki de görevden azledilecekti. Üç padişah devrinde aralıksız sadrazamlık yapan Sokullu Mehmed Paşa, Osmanlı tarihinde ehemmiyetli yeri olan bir devlet adamıdır. Aslen Bosna'nın Sokkuloviçi köyünden alınmış bir devşirmedir. Zekâ ve kabiliyetiyle yükselmiş, kaptan-ı deryalık dâhil, devletin çeşitli hizmetlerinde bulunmuştur. Bir savaş adamı olmaktan ziyâde, onun siyasi tarafının daha büyük olduğu görülür. Sultân III. Murad devrinde, Sokullu’nun eski nüfuzunun kalmadığı anlaşılıyor.

İran Harpleri ( 1578 = 1590): III. Murad, padişah olduğu zaman, İran Hükümdarı Şah Tahmasb, Tokmak Han idaresinde bir elçilik heyeti yollayarak tebriklerini ve hediyelerini sunmuştu. Elçilik heyeti İstanbul'da gayet iyi karşılanmıştı. Fakat bir müddet sonra Şah Tahmasb'ın ölmesiyle İran’da taht kavgaları başladı. Bir ara Tahmasb'ın oğlu İsmail, şahlığı elde etti. Bunun zamanında Osmanlı-İran dostluğu bozuldu. Osmanlı Devleti Avrupa ile sulhlar yaparak İran ile meşgul olmaya başladı. Çünkü Şah, Osmanlılarla süren barışı terk ederek, Doğudaki Kürtleri aleyhimize kışkırtıyordu. II. Şah İsmail de ölünce İran’da taht kavgalarının sürüp gitmesinden Osmanlılar istifade etmek istediler. Doğudaki valilerin de durumunu müsait görüp, İran’a saldırmanın vaktidir yollu haberler üzerine, Sultân III. Murad 1578 yılında İran'a harb açtı. O zaman Sokullu Mehmed Pasa daha sağdı ve İran savaşına engel olmak istedi. Sokullu Mehmed Paşa, İran'ın geniş bir ülke olduğunu, galip gelinse bile Şi’î olan halkının itaat altına alınamayacağını söylüyordu ki, bunda ne kadar haklı olduğu sonradan anlaşıldı: Padişah, kendisi sefere gidecek karakterde bulunmadığından, ordunun başına Lala Mustafa Paşa'yı serdar tayin etti.

Lala Mustafa Paşa'nın asıl hedefi, Gürcistan'ı istilâ etmek olacaktı. Topladığı kuvvetlerle Gürcistan'a girip, fetihlere başlayan Lala Mustafa Paşa, Tokmak Han idaresinde bir İran ordusunun üzerine geldiğini duyunca buna karşı maiyetindeki kumandanlardan Özdemiroğlu Osman Paşa'yı yolladı. Osman Paşa, İran kuvvetleriyle Çıldır'da karşılaştı ve Tokmak Han'ı mağlûp etti (1578). Lala Mustafa Paşa, Gürcistan içinde ilerleyerek Tiflis'i ele geçirdi ve Şirvan'a doğru ilerledi. Şirvan'ın bir kısmını zapteden Lala Mustafa Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa'yı serdar tayin ederek kendisi Erzurum'a döndü. İran kuvvetleri Osman Paşa üzerine taarruza geçtilerse de mağlûp olup çekildiler. Fakat İranlıların tecavüzü bitmiyordu. Kuvvetleri çok azalan Osman Pasa, geri çekilmek zorunda kaldı. Muharebelerin İran lehine dönmeye başlaması üzerine Lala Mustafa Paşa, azledilerek, yerine Koca Sinan Paşa serdar tayin edildiyse de kayda değer hiç bir muvaffakiyet elde edilemedi. Özdemiroğlu büyük bir gayretle İran savaşlarına devam ediyordu. Nitekim 1583 yılında Meş’ale Savaşı denen savaşta bir kere daha İranlıları yendi. Meş'ale Savaşı'ndan sonra İranlılar, Şirvan bölgesini boşaltmak zorunda kaldılar. Yeni serdar Ferhad Paşa, büyük kuvvetlerle İran sınırına gelip, bâzı muharebeler yaptı: Daha sonra sadrazam ve serdar tayin edilen Özdemiroğlu Osman Paşa ile beraber Tebriz'i almayı başardılar.

Osman Paşa'nın vefatından sonra Ferhad Paşa, ikinci defa olarak serdarlığa getirildi. Ferhad Paşa'nın bu ikinci serdarlığında Osmanlı orduları bazı muvaffakiyetler daha kazandılar. Ayrıca Doğuda Türkistan Hükümdarı Özbek Han, İran’a saldırınca Şah Abbas, Osmanlılardan barış istedi. 1590 yılında yapılan Ferhad Paşa Antlaşmasına göre: Tebriz, Şirvan, Gürcistan, Dağıstan bölgeleri Osmanlılara verilecekti. Büyük kayıplar karşılığında alınan bu yerler, Osmanlıların elinde fazla kalmayacak, tekrar İranlılara geçecektir.

Yeniçeri ve Sipâhi İsyanları: İran'la anlaşma yapıldıktan sonra İstanbul'da Yeniçeri ve Sipahi isyanları vuku‘ buldu. Bu isyanlar her ne kadar ulûfe (Yeniçerilere üç ayda bir verilen maaş) yüzünden çıkmışsa da, asıl sebebini devlet teşkilâtının bozulmaya yüz tutmasında aramak daha doğru olacaktır. İlk defa III. Murad devrinde Yeniçeri Ocağına rast gele kimseler alınarak kanun bozuldu. Yine ilk defa rüşvetle iş görülmeye başlandı. Askere ayarı düşük akçeler verilmek istenince Yeniçeriler, isyan ederek saraya yürüdüler. Âsiler defterdarın başını istediler. İstekleri yerine getirilince büsbütün şımardılar. 1589 yılında meydana gelen bu olaya Beylerbeyi Vak’ası denmektedir.

III. Murad devrinde 1593 yılında da sipahilerin isyanını görüyoruz. Ulûfelerinin geri bırakılmasına kızan Sipahiler, saraya yürüyüp defterdarın kafasını istediler. Kendilerine nasihat etmek için gelenleri kovdular. İstanbul halkı da seyretmek için saraya dolmuştu. Halk dışarı çıkarılırken “Urun hâ!...” diye bir ses duyuldu. Saray muhafızları bunu Padişahın emri sanarak âsilerin üzerine saldırdılar ve dört yüze yakın âsiyi öldürdüler. Diğerleri kaçarak kurtuldu.

Yeni Bir Haçlı İttifakı Ve Nemçe (Avusturya) Harbleri (1593-1606): Bosna Beylerbeyi Telli Hasan Paşa, Avusturya topraklarına 1593 yılında büyük bir akın harekâtına girişmişti. Avusturya valilerinin Osmanlı sınırlarına tecâvüzlerine karşılık yapılan bu harekât, mağlûbiyetle neticelenmiş, komutanla birlikte çok şehid verilmiştir. Bu hadise Osmanlı-Nemçe harblerinin başlamasına sebep olmuştur. Nemçe savaşına Sadrazam Sinan Paşa gönderilmişti. Budin Beylerbeyi imdada giderek Nemçe ordusuyla harbe girdi ve mağlub oldu. Nemçeliler çok sayıda Macaristan kalesini ele geçirdiler. 1594 yılı baharında da Estergon Kalesini muhasara altına aldılar; ancak muvaffak olamadılar. Kırım kuvvetlerinin yardıma gelmesine rağmen tam bu sırada Osmanlı Devleti’nin başına bir gâile daha çıktı: Osmanlı Devleti’ne tâbi olan Erdel, Eflak ve Boğdan Beyleri Papa’nın teşvikiyle isyan edip Avusturya tarafına geçtiler. Tam bu sırada yani 1595 yılında Padişah III. Murad vefât eyledi. III. Murad’ın saltanatının sonuna doğru Osmanlı toprakları yaklaşık 19.902.191 km2 idi. Buna Avrupa’da Polonya, Afrika’da Fas dâhildir.

III. Murad zamanındaki sadrazamlar arasında, yılların sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa, Koca Sinan Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa ve Mesîh Paşa’yı; diğer komutan ve devlet adamlarından Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa, Damad İbrahim Paşa, Okçu-zâde Mehmed Paşa ve Muallim-zâde Nişanı Mahmûd Çelebi’yi; Şeyhülislâmlar arasında Hâmid Efendi, Ma’lûl-zâde Mehmed Efendi, Müeyyed-zâde Abdülkadir Efendi, Bostan-zâde Mehmed Efendi ve Bayram-zâde Hacı Zekeriya Efendi’yi zikredebiliriz .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:20 am

Sultan III. Mehmed

III. Mehmed, II. Murad’ın Sâfiye Sultân’dan 1566’da dünyaya gelen oğludur. Babasının vefâtı üzerine sancak beyliğinden Osmanlı Padişahlığı tahtına oturan son şehzâde olarak 1595’de Manisa’dan gelerek İstanbul’da cülûs etti. Her padişah döneminde olduğu gibi, son zamanlarda âdet haline gelen yeniçerilerin baş kaldırmaları ve bahşiş talebi kavgaları bunda da meydana geldi. Ferhad Paşa’nın gayretleriyle zorbalar bastırıldı. Ancak Avusturya seferi uzayıp gidiyordu. Sadrazam Sinan Paşa, Eflak üzerine yürüdü; Bükreş’i aldı; ancak Yergöğü’nde dehşetli bir mağlûbiyet tattı.

Padişah Hocası Hoca Sa’deddin Efendi, Sinan Paşa’nın fikrine katılarak Padişahın bizzat sefere katılmasını arzu ediyordu. Bu arada vefat eden Sinan Paşa’nın yerine Damad İbrahim Paşa veziriazam olmuştu. Nihâyet Yeniçerilerin de teşvikiyle 21 Haziran 1596/24 Şevval 1004’de Padişah sefere çıkmak üzere hareket etti. Eğri Kalesi kuşatılıp feth olundu ve bu sebeple III. Mehmed Eğri Fâtihi olarak anıldı. Daha sonra Macarların Kereşteş dedikleri Haçova’da zor da olsa büyük bir zafer kazanıldı. Bunda Hoca Sa’deddin’in büyük bir rolü vardı. Harpten dönen Padişah, Hoca Sa’deddin ve çevresindeki insanların tesiriyle Cığala-zâde’yi sadrazamlığa getirdi. Ancak hem Kırım Han’ı Gâzî Giray’ı azledip Kırım’da fitne çıkarmasıyla ve hem de muharebe gününün ertesi günü askeri yoklatarak dâhilde ihtilâfların ve isyânların baş göstermesine vesile olmasıyla fayda yerine zarar getirdi. Gerçekten Cağaloğlu Sinan Paşa’nın bu hareketleri neticesinde Anadolu’da Celâlî denilen eşkıya isyanları memleketi kasıp kavurmaya başladı. 1008/1599 yılında Damad İbrahim Paşa yeniden Sadrazamlığa getirildi. Nemçe Harbi sürüp giderken Tiryaki Hasan Paşa ve Kuyucu Murad Paşa, Avrupa’da mühim zaferlere imza basıyorlardı. Uyvar üzerine gidilmesi de bu tarihlerde oldu.

Bütün bu zorluklar içinde bir de İran Şahı andlaşmayı bozdu ve Osmanlı Devleti’ne harb ilan etti. Anadolu’yu Celâlî isyanları kasıp kavuruyordu. Osmanlı Devleti bu karışıklıklar ve ihtilâller içinde iken III. Mehmed 1603’de dünyaya gözlerini yumdu. Oğlu Mahmûd’un katli, Celâlî isyanları ve bunları tahrik eden Safeviler karşısında ordunun başarılı sonuçlar alamaması, III. Mehmed’in ölümüne sebep olan en önemli olaylardı.

III. Mehmed, sancağa çıkan ve oradan padişahlığa gelen son Osmanoğludur. Fıtraten zayıf iradeli ve saf idi. Vehhâmdı. Anası Sâfiye Sultân’ın müthiş tesiri altında kalıyordu. Babası gibi III. Mehmed de, kardeş katli meselesini en çok suiistimal eden padişahlardan biriydi. 19 kardeşini, aldığı zayıf fetvâlara dayanarak idam ettirdi. Bu arada, başkalarıyla ittifak ettiği ve yazışmalarda bulunduğu jurnallenen oğlu Şehzâde Mahmûd’u da idam ettirdi; sonra da jurnalleyen insanların hayatına son verdi.

III. Murad devrinde de babasının zamanında olduğu gibi, devamlı bir duraklama ve hatta gerileme alâmetleri kendini göstermektedir. Düzenli kanunnameler yerine, devletin merkez teşkilâtında ve özellikle ülü’l-emrin temelini teşkil eden Padişah ve vezirlerde görülen şer‘-i şerife muhâlif halleri siyâsetnâmeler ile âlimler ikaz ve irşâd eylemişlerdir. Taşra teşkilâtında meydana gelen zulümleri ve haksızlıkları ise, ya yerli âlimler merkeze bildirmişler veya halkın tazallüm ve şikâyeti üzerine merkez teşkilâtı taşra memurlarına adalete ri‘âyet etmeleri için emirnâmeler göndermişlerdir. İşte Celâlî isyanlarının ortaya çıkış sebebi de budur.

Adâletnâme, devlet otoritesini temsil eden görevlilerin, re`âyaya karşı bu otoriteyi kötüye kullanmaları ve kanun, hak ve adâlete aykırı davranmaları halinde, ülü’l-emrin hakkı ve kanunu hatırlatıcı mâhiyette düzenlediği hukukî düzenlemelerine denir. Osmanlı Devleti’nde padişahın hükmü tarzında kendisini göstermiştir.

Osmanlı Devleti’nde, mezâlim divanının yerini Divan-ı Hümâyûn aldığı gibi, kanunnameler ve tezkire'lerin yerini de adâletnâmeler almıştır. Yani Divan-ı Hümâyûnda mazlûmların şikâyeti bizzat dinlendiği gibi, Divan görüşmelerini Kasr-ı Adâlet veya Adâlet Köşkü denilen yerde dinleyen Padişah tarafından, mahallî idarecilere şikâyetleri önlemek üzere adâletnâmeler de gönderilmiştir.

III. Mehmed, Adlî mahlasıyla şiirler yazan, nazik ruhlu ve zayıf irâdeli bir padişah; ancak Osmanlı padişahları arasında en çok takvâ sahibi olanlardandır. Zamanındaki sadrazamlar arasında Koca Sinan Paşa, Ferhad Paşa, Hadım Hüseyin Paşa, hiç kimsenin beğenmediği Cığala-zâde (Cağaloğlu) Sinan Paşa ve İbrahim Paşa’yı; âlimler arasında Hasan Can’ın oğlu Hoca Sa’deddin, Şeyhülislâm Bostan-zâde Mehmed Efendi, Hoca-zâde Mehmed Efendi ve şeyhlerden Şeyh Muhyiddin Efendi ile Şeyh Şemseddin Sivâsî’yi zikretmeliyiz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:21 am

Sultan I. Ahmed
14 yaşında hükümdâr olub 14 sene Padişahlık etmiş bulunan I. Ahmed, 1026/1617 yılında 28 yaşında vefât eylemiştir. III. Mehmed’in, Hândan Sultân’dan Manisa’da 18 Nisan 1590/22 Cemâziyelâhir 998 tarihinde dünyaya gelen oğludur. 22 Kânun-ı sânî 1603/18 Receb 1012 tarihinde babası yerine tahta çıktı. Padişah olduğunda on dört yaşında idi. Tahta çıktığı zaman memleketin iç düzensizliklerinden başka Avusturya ve İran harbleri devam ediyordu. Kırım Hânı süvarilerinin Boğdan ve Eflak’ı tahrip ve Erdel memleketini de sıkıştırmaları üzerine, bu üç beğ Avusturya tarafını bırakıp tekrar Türklerle birlik olunca, imparator sulha yanaşmak zorunda kaldı. Tuna üzerindeki Zitvatorok denen yerde Osmanlılarla andlaşma yapıldı (1606). Böylelikle 15 yıldır sürüp giden Avusturya (Nemçe) harbleri sona ermiş oldu. Bu andlaşma Osmanlı Devletinin Avrupa’daki ilerleyişinin durduğunun bir vesikası olarak kabul edilir.

İran savaşlarına gelince, İran şahı Büyük lâkabıyla anılan Şah Abbas ile yapılan muharebelerde hiç de iyi neticeler alınmadı. Nihayet 1612’de İranlılarla da sulh yapıldı. Fakat üç sene sonra iki devlet arasında savaş yeniden başladı (1615). Bir aralık anlaşma yapılır gibi olduysa da savaş gene devam etti. Celâlî denilen eşkıya yer yer Anadolu’yu kaplamıştı. Kuyucu Murâd Paşa, yıllarca uğraşarak ve yakaladığı zorbaları kuyulara doldurarak Anadolu’yu temizledi ve halka geniş bir nefes aldırdı.

I. Ahmed zamanında Murâd Reis ve Halil Paşa gibi deniz kahramanları Türk donanmasına zaferler kazandırmışlardır. Padişah, savaşlardan ve gailelerden ancak başını kurtarmıştı ki, ömrü vefa etmedi; genç yaşında öldü. İstanbul’da At meydanında yaptırdığı ismi ile anılan (Sultânahmet Câmi‘i) yanındaki türbesine defnedildi (1616).

Başta Muallim-i Sultânî Mustafa Efendi olmak üzere, muhitinin tesirine kapılan I. Ahmed, itimat ettiği değerli kimseleri devlet hizmetinde kullanmıştır. Gençliğine rağmen, icraatında azimli idi. Saraydaki kadın nüfuzunu önlemiş, kadınlara âlet olmamıştır. Özellikle Venedikli Baffo veya Safiye Sultân diye bilinen siyâsî kadını Eski Saray’a göndermekle kadınların devlet işlerine fazla karışmalarını önlemiştir. Ayrıca Yıldırım Bayezid’den beri sürüp gelen nizâm-ı âlem için kardeş katli meselesini düştüğü suiistimal çukurundan çıkarması ve bu usul yerine, saltanatın sülaleden en büyüğe geçmesi yani ekberiyyet ve erşediyyet nizâmını koyması ve kardeşi Mustafa’yı öldürmemesi gibi önemli icraatları vardır. Şiire meraklı idi. Yazdığı şiirlerde Bahtî mahlasını kullanırdı. Sultân Ahmed Câmi’ini o yaptırmıştır. Bir diğer önemli hizmeti de, o zamana kadar icrâ olunan Osmanlı Kanunlarını yeniden tertip ve tedvîn yoluna gitmiş olmasıdır. Elbette ki bunu, devrinde yaşayan kanun-şinâs âlimlere borçludur.

I. Ahmed devri denilince akla gelen isimlerin başında, Celâlî İsyânlarını durduran, devlet ve kanun nizâmının tesisi için yazılı ve fiilî tedbirler alan Vezir ve sonradan da Sadrazam olan Kuyucu Murâd Paşa gelmektedir. Ayn Ali’nin her iki Kanunnâme Mecmuasını da Kuyucu Murâd Paşa’ya takdim etmiş olması, onun hukûkî düzenlemeler üzerindeki fonksiyonunu da ortaya koymaktadır.

I. Ahmed devrinin sadrazamları arasında Kasım Paşa, Sokullu ailesinden Mehmed Paşa, Derviş Paşa ve Nasuh Paşa’yı; diğer devlet adamlarından Cigala-zâde Mahmûd Paşa, Etmekçi-zâde Ahmed Paşa ve Sarıkçı Mustafa Paşa’yı; meşhur âlimlerden Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi, Hoca-zâde Mehmed Efendi, Mu’allim-i Sultân Mustafa Efendi ve Ahi-zâde Hüseyin Efendi’yi ve maneviyat erenleri arasında Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, Şeyh Abdülmecid Sivâsî ve Cerrah Paşa Şeyhi diye bilinen Şeyh İbrahim Efendi’yi zikredebiliriz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:24 am

Sultan I. Mustafa

Sultân Mustafa, iki defa Osmanlı tahtına oturmuştur:
Birincisi: Kasım 1617-Şubat 1618 tarihleri arasındaki 3 aylık saltanattır. I. Ahmed vefât ettiği zaman, koyduğu ekberiyyet ve erşediyyet kaidesine göre, kendi şehzâdeleri henüz küçük idiler. Bunun üzerine II. Osman’ın şahsiyetinden çekinen ve Kösem Sultân diye de bilinen Mâhpeyker Haseki’nin de etkisiyle, kardeşi Sultân Mustafa tahta oturtuldu. Kendisi saltanattan uzak kalmak istiyordu ve Osmanlı kaynaklarının ifadesine göre, aklında hafiflik, re’yinde ve işlerinde isabetsizlik bulunması hasebiyle, devlet ve ilim adamları iç huzuruyla bi’atı yapamadılar. I. Ahmed devrinde devleti tek başına yürüten Dârüssa’âde Ağası Mustafa Ağa, Şeyhülislâm Es’ad Efendi, Kâim-makam Sofi Mehmed Paşa ve diğer yetkilileri ikna ederek hal’i için fetvâ aldılar ve I. Ahmed’in oğlu II. Osman’ı tahta çıkardılar.

İkincisi; Mayıs 1622-Eylül 1623 yani 1.5 yıllık saltanattır. II. Osman’ın büyük bir zulümle Mayıs 1622’de yani 4 yıl sonra tahttan indirilmesinden sonra, Veziriazam Davud Paşa kullanılarak Sultân Mustafa yeniden tahta çıkarılmıştır. Ancak II. Osman’ın ölümüne sebep olan yeniçerilerden ve Davud Paşa’dan halk rahatsızdır. Bu arada Saray’da bulunan şehzâdelerin de öldürüleceği haberi alınınca, halk ayaklanmaya başlamış ve Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin tavsiyesiyle Kara Davud Paşa azledilerek yerine Mere Hüseyin Paşa getirilmiştir. Karışıklık devam edince sırasıyla Lefkeli Mustafa Paşa ve Gürcü Mehmed Paşa sadrazamlığa tayin olundu.

İç karışıklıktan istifade etmek isteyen iç ve dış mihraklar Osmanlı Devleti’ni sarsıyordu. Trablusşam Beylerbeyi Yusuf Paşa ve Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa, yeniçerilere kin kusarak isyan etmişler ve çok sayıda yeniçeriyi de katletmişlerdi. İstanbul’a gelmek üzere hazırlık yapıyordu. Sipahiler, II. Osman’ın katillerinin bulunması için baş kaldırdılar ve bunun üzerine Kasım 1622’de toplanan divan Davud Paşa’nın idamına karar verdi. Ağustos 1623 yılında Sadrazamlığa getirilen Kemankeş Ali Paşa, basiretiyle devlet adamlarını topladı ve Sultân Mustafa’nın saltanat koltuğunda kalmaması gerektiğine karar verildi. Tahttan sevinçle Eylül 1623 tarihinde ayrılan Sultân Mustafa, Ocak 1639 tarihinde vefat etti.

Sultân Mustafa’nın dünyevî saltanatı istemeyen bir hali olduğu kesindi. Aklının hafif, tedbirinin zayıf ve saltanat koltuğunda dahi çocukça hareketlerde bulunan biri olduğu da doğruydu. Osmanlı kaynakları açıkça akıl hastası demek olan mecnun tabirini kullanmamaktadırlar. Konuyu Solak-zâde’nin ifadeleriyle noktalamakta yarar görüyoruz: “26 yaşında idiler. Yalnız bir mikdar aklı hafif olup buna hapiste uzun süre kalması sebep olmuştur; giderek aklı başına gelir deyü doktorların tedaviye devam etmeleri kaydıyla Şeyhülislâm Es’ad Efendi kavliyle amel olunmuştur”.

III. Mehmed’in oğlu olan Sultân Mustafa’nın tesbit edilen kadını ve çocukları mevcut değildir. İkballeri vardır. Kadın efendileri bilinmemektedir .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:25 am

Genç Osman (Hâile-i Osmaniye)

Hâile-i Osmaniye, yeniçerilerin kazan kaldırarak II. Osman’ın canına kıydıkları acı musibet demektir. Bilindiği gibi, II. Osman, I. Ahmed’in oğlu olup Hatice Mahfirûze Sultân’dan Kasım 1604 yılında dünyaya gelmişti. 14 yaşında yani Şubat 1618’de tahta geçen ve Genç Osman diye de bilinen II. Osman, Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca bilecek kadar âlim ve Fâris yahut Fârisî mahlaslarıyla şiir yazacak kadar da edibdi. Üzerinde müessir olan üç şahsiyetten birisi Hocası Ömer Efendi ve diğeri de Kızlar Ağası Mustafa Ağa ile Süleyman Ağa idi.

Sadrazam Halil Paşa’yı yerinde bırakan Padişah, Kaimmakam Sofi Mehmed Paşa’nın yerine Kara Mehmed Paşa’yı getirdi. İlk işi 1612 Nasuh Paşa anlaşması ile sona ermiş gibi görünen ve ancak devam eden İran’la olan ihtilafı sona erdirmek oldu ve Eylül 1618’de anlaşma imzalandı.

Sıra 1617 yılından beri devam eden Lehistan problemine gelmişti. Vezir-i azam İstanköylü Ali Paşa harp açılmasına taraftardı, diğer erkân-ı devlet ise istemiyorlardı. Seferden önce Rumeli Kazaskeri Taşköprülü-zâde Kemâlüddin Efendi’den fetvâ alarak kardeşi Şehzâde Mehmed’i katl ettirdi ve ahını aldı. Eylül 1620 tarihinde başlayan Lehistan seferi, Ekim 1621 tarihinde barış antlaşması ile sona erdi. Budin Beylerbeyi Karakaş Mehmed Paşa şehid olmuş ve ordu moralsiz kaldığından istenen zafer elde edilememişti. II. Osman askerlere ve asker de kara hadımların sözlerine inandığı için II. Osman’a kırılmışlardı.

II. Osman bazı ıslâhâtları yapmak niyetindeydi ve bu ıslahata tamamen bozulmaya başlayan kapı kulu ocaklarından başlamak niyetindeydi. Hatta Halep, Şam ve Mısır beylerbeylerine emirler göndererek Padişah’a sadık yeni bir ordu teşkili için gizliden gizliye hazırlıklara başlamıştı.

Kızlar ağası Süleyman Ağa ile Hocası Ömer Efendi padişahı hacca gitmesi için ikna etmeye başladılar. Hacca gitmesine, askerler, Kayınpederi ve Şeyhülislâm Es’ad Efendi ile Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri şiddetle karşı çıkıyordu. Devreye kapıkulu askerleri girdi ve Padişah’ı hacca göndermek isteyen Ömer Efendi, Süleyman Ağa ve Veziriazam Dilâver Paşa’nın başını isteyerek başta Rumeli Kazaskeri Yahya Efendi olmak üzere ulemayı araya soktular. Fayda vermedi ve sonunda askerler isyan ederek Bâb-ı Hümâyun’dan içeri girdiler. Sultân Mustafa’ya zorla bî’at gerçekleştikten sonra, II. Osman Orta Camiye getirildi. Burada yeni Sadrazam olan Kara Davud Paşa’nın tâlimatıyla kemend ile boğulmak istendi. Muvaffak olunamayınca, Yedikule’ye götürüldü ve maalesef Davud Paşa’nın nezâretinde orada şehid edildi. (Mayıs 1622). Ne yazık ki, bu fitnenin başında Sultân Mustafa’nın Vâlide Sultân’ı bulunmaktaydı.

II. Osman’ın öldürülmesi, Osmanlı tarihinin en acı olaylarından biridir ve maalesef Kanuni’nin oğlu Şehzâde Mustafa olayı gibi tarihin akışını değiştirmiştir. II. Osman, bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin yükselmesine sebep olan yeniçeri teşkilâtının artık çürüdüğünün farkına varmıştı ve bu gerileme sebebini ortadan kaldıramadan vefat etti.

Devrinin sadrazamları arasında Halil Paşa, Kara Mehmed Paşa ve Dilâver Paşa’yı; Şeyhülislâm ve kayın pederi Es’ad Efendi’yi, Nişancı Okçu-zâde Mehmed Efendi’yi ve ilim erbabından ise, Hoca Ömer Efendi ve Müezzin-zâde Mahmûd Efendi’yi özellikle zikretmeliyiz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
acankaraogul

acankaraogul



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:26 am

Sultan IV. Murâd

I. Ahmed’in Mah-peyker (Kösem) Sultân adlı hanımından 28 Cemaziyülevvel 1021 (27 Temmuz 1612) tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiş oğludur. 1032/1623 tarihinde Veliahd Şehzâde Murad, Dördüncü Murad ünvanıyla 11 yaşını 1 ay 15 gün geçe tahta çıkmıştır. Bunun en önemli sebebi, Sultân Mustafa’nın şuurdan mahrum bulunması ve Devletin de Erzurum Valisi Abaza Mehmed Paşa’nın isyanı ve benzeri olaylar sebebiyle müthiş bir zaafa maruz kalmış olmasıydı. Tecrübeli devlet adamı Sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislâm Yahya Efendi ve Kazaskerlerle de meşveret ederek, çocuk yaşta olmasına rağmen Sultân Ahmed’in en büyük ve erşed şehzâdesi Murad’ın Padişah olmasını zaruri görmüşlerdi. Mecnûnun yani akıl hastasının imâmeti yani Halife olması caiz görülmediğinden Padişah’ın hal‘i gerektiğini ve oğluna dokunulmayıp Saray’daki odasında göz hapsine alınacağını Vâlidesine ilettiler ve 9 Eylül 1623 sabahı Sultân Murad’ı halife ve hükümdâr ilan ettiler.

Sultân Murad, Ebâ Eyyub’ül-Ensârî türbesinde, asrın maneviyat reislerinden Aziz Mahmûd Hüdâyî’nin eliyle kılıç kuşanmıştır.

IV. Murad’ın saltanat devresini iki ana bölüme ayırmak icab etmektedir:
Birinci Safha: IV. Murad’ın ismen Padişah olduğu, ancak devleti annesi Kösem Sultân ile Sadrazamlarının ve Şeyhülislâm ve benzeri devlet adamlarının yönettiği devredir (1032/1623-1041/1632). Bu devre, 8 küsur sene devam etti.
Sultân Murad işbaşına geldiğinde, Yeniçeriler çok fazla şımarmışlardı. Padişahın huzuruna kadar giren yeniçeri ağaları ve ocak çorbacıları, Padişahın adamlarını katletmeye kadar işi vardırmışlardı. Memlekette rüşvet ve yolsuzluk aşırı derecelere ulaşmıştı. Dış ve iç hazineler bomboş olduğundan ocaklara cülûs bahşişi bile verilememekteydi. Hatta Enderun’daki altın ve gümüş eşya Darphâneye gönderilerek cülûs bahşişi verilmeye çalışılmıştı.

Devletin itibarı ve siyasi durumu da iyi değildi. Erzurum Valisi Abaza Mehmed Paşa isyan etmiş ve eline geçirdiği yeniçerileri katletmeye başlamıştı. Sultân Osman’ın kanını isterim diyerek Genç Osman olayını bahane edip Devlete kan kusturmaktaydı. Diğer tarafdan fırsatı ganimet bilen İran da Bağdad’da isyan çıkartmış ve hatta Bağdad’ı ele geçirmişti. Kısaca içeride celâlî denilen zorbalar ve dışarıda da İranlılar Osmanlı Devleti’ni sarsmaktaydı.

Böyle bir durumda IV. Murad’ın tahta geçmesine vesile olan Sadrazam Kemankeş Ali Paşa da gururlanmış ve suiistimallere başlamıştır. Bunu fark eden ve hakkı söylemekten çekinmeyen Şeyhülislâm Yahya Efendi, 1032/1623 Ramazan Bayramında vâki olan ziyâretinde Sadrazamın rüşvet ve zorbalıklara göz yumduğunu Padişah’a iş‘âr edince, durumu öğrenen Sadrazam hemen onun da aleyhine geçmiş ve dürüst Şeyhülislâm’ı bir kısım yalan ve iftiralarla görevinden aldırarak yerine biraz da sâkin tabî’atlı olan Es’ad Efendi’yi tayin ettirmiştir. Bu da devlet için büyük bir problemdir.

Böylesine sıkıntılarla Padişah olan IV. Murad, bizzat hükmedemiyordu. Hâkim devlet ricâli ve annesi idi. Şeyhülislâm Yahya Efendi’yi görevden aldıran ve suiistimallere adı karışan Kemankeş Ali Paşa’nın Padişah’tan Bağdad’ın düşmesini yalan söyleyerek saklaması, bardağı taşıran son damla oldu. Verilen idam kararıyla hayatına son verilen Sadrazamın yerine tecrübeli devlet adamı ve Kubbealtı veziri Çerkes Mehmed Paşa getirildi. Abaza Mehmed Paşa’yı takip için Doğu Anadolu’ya kadar gelmişti; ancak yolda vefât etti ve yerine Diyarbekir Beylerbeyisi Hâfız Ahmed Paşa tayin edildi. Kösem Sultân’ın büyük kızı Ayşe Sultân ile evlenip Damad sıfatını da alan Hâfız Ahmed Paşa, Abaza Mehmed Paşa’nın affedilip Erzurum Valiliğinde ibkası üzerine, Bağdad’da Bekir Subaşı’nın çıkardığı isyanı bastırmak üzere Bağdad tarafına serdar-ı ekrem ve sadrazam olarak hareket etti. İyi bir komutan olmadığından muvaffak olamadı ve 1626 yılında azledildi. İran Şahı Şah Abbas Bağdad isyânını körüklüyor ve hatta gönderdiği askerlerle onları destekliyordu. Bağdad Valiliği Bekir Subaşı’ya verilerek mesele halledilmek istendi.

Yerine Damad Halil Paşa ikinci defa sadrazam oldu ve yeniden patlak veren Abaza isyânını bastırmak üzere Erzurum’a gönderildi. Ancak bu da başarılı olamadı ve 1628 yılında görevden alındı. Bunun yerine muhteris, otoriter ve becerikli bir komutan olan Dâmâd Hüsrev Paşa Sadrazamlığa getirdi. Önünde Abaza isyanını bastırmak meselesi vardı. Büyük bir mahâretle bu problemi, 1628 yılının 9. ayında çözdü ve Abaza’nın askerleri terhis olundu ve kendisi de İstanbul’a getirildi. Sultân Murad, ağabeyi Osman’ın kanı için mücadele eden bu komutanı Bosna Beylerbeyi yaparak taltif etti. Mesele de halledilmiş oldu.
Ancak bu sırada İran Şahı Bağdad’da ikinci isyanı çıkarmış ve Bağdad üzerine yürüyerek burayı işgal etmişti. Bu İran’la savaş yapılacak demekti. Yeniçeriye dayanan ve emniyet ve âsayişi temin ediyorum diyerek epeyce zulümler icra eden Hüsrev Paşa, bizzat Bağdad üzerine yürüdü. Ancak Bağdad’ı alamadı ve 1631 yılının onuncu ayında bu görevden azledildi. Yerine de yine Dâmâd Hâfız Ahmed Paşa getirildi.
Hâfız Ahmed Paşa’nın işi zordu. Zira hem Tokat’taki ma’zul sadrazam ve onun işbirlikçisi olan Damad Receb Paşa ile uğraşmak zorundaydı ve hem de İran Devletine karşı olan savaşı yönetecekti. Gerçekten ikincisine sıra gelmeden hayatı sona erdi. Zira IV. Murad’ın zorba başı dediği Damad Receb Paşa yeniçeriyi ve kapıkulu sipahilerini isyana teşvik etti. Maalesef bütün bu isyan tahriklerinde Nâibe-i Saltanat Kösem Sultân’ın da müdahalesi vardı ve isyancıları destekliyordu. Bütün arzuları kukla bir padişahla devleti idare etmekti. 19 Receb isyanı diye bilinen bu isyan neticesinde Hâfız Ahmed Paşa, Padişah’ın gözü önünde isyancılar tarafından öldürüldü ve Zorbacı başı Receb Paşa 1632 yılının bu zorlu günlerinde Sadrazamlığa getirildi.

Sultân Murad, zorbacı başı Receb Paşa’nın entrikalarının ardında mâzul Sadrazam Hüsrev Paşa’nın bulunduğunu biliyordu. Ayrıca isyan eden zorbalar, sadece Ahmed Paşa’nın öldürülmesiyle yetinmiyorlardı. Es’ad Efendi’den sonra yeniden Şeyhülislâm olan Yahya Efendi’nin de bu görevden alınmasını istiyorlardı. Nitekim alındı ve yerine Ahi-zâde Hüseyin Efendi Şeyhülislâmlığa getirildi. İsteklerinin sonu gelmiyordu. Sultân Murad evvela, Murtaza Paşa’yı tavzif ederek Tokat’taki Hüsrev Paşa’nın ele geçirilmesini istedi; teslim olmadı ve sonra da öldürülüp halka cesedi teşhir edildi. Bunun üzerine Receb Paşa yeniden kapıkulu askerlerini tahrik ederek 20 Şaban ihtilali diye bilinen ikinci isyanı çıkarttı. Veliahd Şehzâde Bâyezid Padişah yapılmak istendi; ancak muvaffak olunamadı. IV. Sultân Murad, ipleri ele almaya başlamıştı ve hemen devleti tehlikeye sokan Recep Paşa’yı 18 Mayıs 1632 tarihinde idam ettirdi. Bunun üzerine Sultânahmed Meydanına toplanan isyancı askerler yeniden anarşi çıkarmak istediler. Ancak Sultân Murad zeki davrandı ve açık bir divan yaparak âlimler, devlet ricâli ve askerlerin huzurunda, halkın da duyabileceği şekilde tarihî bir nutkunu îrâd eyledi. Anarşinin devletin temellerine girdiğini, ordunun savaşamaz hale geldiğini, askerin siyâset ile uğraşmaktan işini yapamadığını, devleti bir avuç zorba ve hırsıza yedirmeyeceğini, şerî’ata, kendisine ve kanuna itaat etmeyen kim olursa olsun hakkından geleceğini bildirdi. Padişah, “Allah’a, O’nun Peygamberine ve sizden olan ülü’l-emre itaat ediniz” mealindeki âyeti okudu ve tefsir etti. Arkasından “Habeşli bir köle dahi olsa başınızdaki âmirlere itaat ediniz” manasını taşıyan hadisi zikredip şerh etti. Ve şununla bağladı: “Sizin sadakatiniz şu vakit doğrudur ki, aranızda tefrikaya mahal vermeyesiniz. Aranızdaki müfsidleri barındırmayasınız. Allah’ın emrine ve Resûlüllah’ın hadisine aykırı hareket edenleri desteklemeyesiniz. Ben ki, halifeyim, bana itaat etmeyip celâliler ve haricîler mesabesindeki eşkıyaları desteklerseniz, memleketin hali ne olur?”.

Bu fevkalade ikna edici konuşmayı dinleyen halk ve devlet ricali, Padişah lehine çok büyük tezâhürât yaptılar ve IV. Murad’ın asıl saltanat yılları başlamış oldu.

İkinci Safha: IV. Murad’ın ikinci ve asıl saltanat safhasıdır ki, Receb Paşa’nın katledilip zorbaların tasfiye edildiği 1041/1632 yılından başlar ve vefâtına yani 1640 yılına kadar devam eder. Son sekiz yıl Sultân Murad’ın asıl saltanat yıllarıdır.

IV. Murad 21 yaşına gelmiş ve çocukluk devresini bitirerek devleti idare edecek tecrübeye sahip olmuştu. Devletin idaresini ele alır almaz, Tabanı Yassı Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Evvela devlet toprakları üzerindeki emniyet ve âsâyişi temin etmeye başladı; sonra da Devleti tehdit eden başta İran olmak üzere dış tehlikelere yöneldi. Şimdi bunları da çok kısa olarak özetleyelim:

1) IV. Murad’ın ilk yaptığı icraat, Ağabeyi Genç Osman’ın ölümüne yol açan ve memlekette huzuru bozan zorbacıların elebaşılarını teker teker temizlemek oldu. Gerçekten Saka Mehmed, Gürcü Rıdvan, Cadı Osman ve benzeri eşkıya reisleri hemen idam edildi. Bunlardan Beyşehri, Seydişehri ve çevresini kasıp kavuran Deli İlâhî, İstanbul’a getirilerek katl olundu. Balıkesir çevresinde Solakoğlu diye bilinen İlyas Paşa, Küçük Ahmed Paşa’nın gayretleriyle ele geçirildi ve ortadan kaldırıldı. Yine Lübnan ve Suriye taraflarında zulüm rüzgarları estiren Dürzi lider Maanoğlu Fahreddin ve oğlu Mes’ud da İstanbul’a celb olunduktan sonra 1635 yılında idam edildiler.

2) İstanbul’da 1043/1633 yılında çıkan ve İstanbul’un yaklaşık beşte birini yakıp yıkan büyük yangın üzerine, bunu da bahane eden IV. Murad, zamanın Şeyhülislâmı Ahi-zâde Hüseyin Efendi’den de fetvâ alarak, tütün ekmeyi ve tütün içmeyi yasaklamıştır. Ancak Şeyhülislâmdan aldığı fetvâyla bununla kalmamış ve çıkarılan yasağa uymayanları, devlete isyan etmiş kabul edip katl etmeye başlamıştır. Solak-zâde, tütün yüzünden katle şer‘î cevaz veren Şeyhülislâm sonradan idam edilince, kendisi hakkında “Cezây-ı sezâsını buldu” ifadesini kullanmıştır. IV. Murad, tütün yasağı ile yetinmemiş ve o devirde zorbaların, işsizlerin ve de eşkıyanın toplantı yerleri haline gelen kahvehâneleri de hem kapatmış ve hem de yasağa rağmen içki içip sarhoş olanları gerekli cezalarla cezalandırmıştır. Her iki hadiseyi de, memlekette kaybolan huzuru yeniden tesis etmek gayesiyle ve de eşkıyanın gözünü korkutmak için yaptığı ifade edilen Sultân Murad, bazı tarihçilere göre, bütün Osmanlı arazilerinde yaklaşık 20.000 eşkıyayı ortadan kaldırmıştır. Elbette ki bütün tasfiyeler sırasında bazı mazlumlar da zulme maruz kalmış olabilir.

3) Sultân Murad’ın eski Osmanlı Padişahlarından farklı olarak yaptığı bir icraat da, o zamana kadar “Görevden azl olunur ve nefy olunabilir; ancak katl olunmaz” diye bilinen kuralı çiğneyerek, ulemâ sınıfından bazı insanları da idam ettirmesidir. 1043/1633 yılında İzmit, İznik ve Bursa taraflarına doğru düzenlediği teftiş seyahatinde, rüşvet iddiaları ve yolsuzluk ithamları yüzünden İznik Kadısını idam ettirmiştir. Bu durumu, teessüfle Vâlide Sultân’a bir tezkire ile duyuran ve tezkiresinde “Kendülerini bedduadan sakınırız. Umulur ki, siz kendilere nasihat buyurub âlimler zümresinin hayır duasını aldırasınız; ecdadının hürmet gösterdiği bu zümreye Padişah da hürmet göstere” ifadelerini kullanan Şeyhülislâm Ahi-zâde Hüseyin Efendi, Vâlide Sulân tarafından hemen menfi ithamlarla Padişah’a ihbar edilmiştir. Maalesef Sultân Murad, Şeyhülislâmı Padişaha isyan hazırlığı suçundan idam ettirmiştir. Bu Şeyhülislâm, kardeş katline de karşı çıkan ve bunu bizzat Sultân Murad’a hatırlatan cesur bir ilim adamıdır.

4) Osmanlı Devleti’nin iç ahvâlindeki bu karışıklıktan istifade eden İran Şah’ı, yeniden Bağdad’a saldırmış ve Bağdad’ı ele geçirmiştir. Padişah, sadrazamları tarafından yapılan harekâtlar netice vermeyince, bizzat kendisi İran üzerine iki ayrı sefer düzenlemiştir. Birinci İran Seferi, Revan Seferi diye meşhurdur. 1635 yılında yapılan bu sefer neticesinde, Revan (Erivan) alınarak Tebriz taraflarına da akın yapılmıştır. On ay sürmüştür. İkinci İran seferi ise, Bağdad Seferi diye bilinmektedir. İranlıların Revan’ı yeniden ele geçirmeleri üzerine 1638 yılında Padişah Bağdad’a yürümüştür. Uzun süren bir muhasaradan sonra 1639 yılında Bağdad yeniden Osmanlı Ülkesine katılmıştır. Bu savaşta Osmanlı Sadrazamı Tayyar Mehmed Paşa şehid olmuştur. Daha sonra Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın başkanlığında yürütülen sulh müzâkereleri neticesinde İranlılarla Kasr-ı Şirin Andlaşması yapılmış ve savaşlara son verilmiştir. Bu antlaşma ile Erivan ve Azerbaycan İran’da; Bağdad ve havalisi ise Osmanlı Devleti’nde kalmıştır. Artık, IV. Murad, Fâtih-i Bağdad ünvanını kazanmıştır.

Sultân Murad, büyük bir karşılama ile İstanbul’a döndü. Ancak nikris hastalığına müptelâ idi. Nihâyet tedâviler netice vermeyince, Ramazan Bayramının 2. günü yatağa düşen Sultân, 8.2.1640 tarihinde vefât eyledi. Cenaze merâsiminde gazalarda bindiği üç atının eğerleri ters takılarak cenazenin önünde yürütülmesi, İslâmiyet’te yok ise de, İslâma kesin aykırı bir âdet de değildir .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPtsi Ekim 19, 2009 3:13 am

Sevgili Acankaraogul
Padişahlarımız hakkındaki yaşam öykülerini tabiidirki hertarafta bulabiliriz.
Burada maksat onların halk için ve İmparatorlukları için yaptıklarının yorumunu getirmektir.
Tarih olarak bunları okuyup geçmek bir günlük ve ya bir saatlik hafızamızı meşgul edip çıkıp gidecektir.
Birde her padişah için arkadaşlarımızın yorumlarını beklersek çok daha güzel bir çalışma olacağı kanısındayım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPtsi Ekim 19, 2009 4:13 am

masatlik demiş ki:
ERTUGRUL GAZI (1188 - 1281)

Uç beyi olarak hüküm sürmüstür. Hükümranlik süresi Osmanogullari'nin en uzunudur.
Babasi Gündüz Alp,annesi Hayme Ana (Haymana)dir.Babasinin ölümü üzerine Ertugrul Bey babasinin yerine geçti. Ailesinin bir kismi Ahlat'ta kaldi.
Malazgirt Meydan Savasi'ndan sonra Kayi Boyu'nun bir kismi Ankara'nin batisindaki Karacadag yöresine yerlestirilmislerdir.
Yassiçemen meydan muharebesinde Selçuklu Sultani Alaaddin Keykubat lehine yararliklar gösterdi.
Selçuklu Sultani, Kayi Beyi'ne Bizans sinirinda 1000 kilometrekarelik bir topragi
Bizans'a karsi siniri savunmak ve ileriye götürmek göreviyle verdi.
13.asir ortalarinda Ankara'nin batisindan göç edip Sögüt ve Domaniç'i ele geçiren Ertugrul Bey idaresindeki Kayi asireti,400 çadir halkindan olusuyordu.
Bugünkü Kütahya-Bursa-Bilecik illerinin sinirlarinin birlestigi bölgedeki topraklari beyligine “yurt” tuttu.Sögüt Kasabasi'nin fethinden sonra beylik merkezini Sögüt'e tasidi. Ölümünde Bizans'tan yaptigi fetihlerle topraklarini 4.800 kilometrekareye çikarmisti.

Oglu Osman Gazi'ye yaptigi vasiyeti ile alti asir boyunca ayakta kalacak olan bir devletin idarecilik ruhunun temellerini atmistir.Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ertugrul Gazi'nin 90 yasindan fazla oldugu halde (1281-1288) tarihleri arasinda Sögüt'te vefat ettigi bilinmektedir. Türbesi Bilecik ili sinirlari içerisinde olan Sögüt Ilçesi'ndedir.

Sögüt ilçesi'nde her yil Ertugrul Gazi'yi anma törenleri yapilmaktadir.Orhan Saik Gökyay'in tesbitine göre Dede Korkut kitabinin önsözünde su kayit yer almaktadir:

“Korkut ata ayitti,ahir zamanda hanlik gerü Kayi'ya dege, kimesne ellerinden almaya,ahir zaman olup kiyamet kopunca. Bu dedügü Osman neslidür, isde sürilü gideyorur.”



Arkadaşlar anlaşılacağı gibi Selçuklu Sultanının Bizansa karşı en gözü pek en kudretli olan KAYI boyunu seçmesi tesadüf değildir...

Evet buraya yorumlarımızı devam edelim arkadaşlar.

Ertuğrul Gazinin Osmanlı nın temellerini atmaktaki yegane başarısını uzun yıllar Kayı boyuna hükmetmesi adaletli ve aynı zamanda zalim olanlara acımasız olduğunu görüyoruz.

Zamanın en gaddar ve vahşice saldırılarına karşı mükemmel taktik ve halkı yanına çekme başarısını gösterip topraklarını 5000 kilometrekarelik alana yaymayı başarmıştır.

Diğer taraftan maneviyata çok önem vermiş halkının refahı ve huzuru için olağanüstü çaba sarfetmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPtsi Ekim 19, 2009 4:50 am

acankaraogul demiş ki:
Osman Bey

Osman Bey, Osmanlı Devleti’ni ve Osmanoğullarını kuran ve adını devletine ve soyuna vermiş bulunan ilk Osmanlı Sultânıdır. Kendisine Kara Osman, Fahruddin ve Mu’înüddin de denmiştir. Osman Gâzî, hayatının sonuna kadar emîr yani bey olarak anılmıştır; vefâtından sonra Hân ve Sultân denmiştir. Çünkü hayatının sonlarına doğru uc beyi olmuştur.

Osman Bey, 1258 tarihinde Söğüd’de veya Osmancık’da dünyaya geldi. Babası Ertuğrul Gâzî ve annesi Halîme Hâtun’dur. 24 yaşındayken babasının yerine geçti. Osman Gâzî, önce Kastamonu’daki Çobanoğullarına, sonra da Kütahya’daki Germiyanoğullarına bağlı idi. Onlar da Selçuklu Sultânına bağlıydılar. İlk evliliği, 1280 civarında, Sultân Orhan’ın annesi ve Selçuklu vezirlerinden Ömer Abdülaziz Beyin kızı olan Mâl Hâtun iledir. 1289 yılına doğru Şeyh Edebali’nin kızı Rabî’a Bâlâ Hâtun ile evlenince, nüfuzu ve kudreti arttı. Bu hanımından da Şehzâde Alâ’addin dünyaya geldi.

1281 yılında babasının yerine aşiret beyi olan Osman Bey, bir görüşe göre, Selçuklu Sultânı II. Gıyâseddin Mes’ûd’un 1284’de Söğüd ve çevresinin kendisine tahsis edildiğine dair olan fermanı ve yanında hediye ettiği ak sancak, tuğ ve mehterhâne ile uc beyi olmuştur. 1288 veya 1291 tarihinde Karacahisâr’ı fethetmesi ve Dursun Fakih’e kendi adına hutbe okutması, Osman Bey’in yarı istiklâlini kazanması demektir.

Osman Gâzi’nin Bizans sınır şehirlerini birer birer fethetmesi üzerine telâşa düşen Bizanslılar onu ortadan kaldırmak için bir düğün vesilesiyle bir baskın hazırlarlar. Baskına baskınla cevap veren Osman Bey, 1299 yılında Yarhisâr ve Bilecik’i fethetti ve beylik merkezini Bilecik’e nakletti ve fitneye sebep olan Yarhisâr Tekfurunun kızı Nilüfer’i (Holofura’yı) oğlu Orhan ile evlendirdi. Bu tarih, daha önce açıklanan sebeplerle Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılı kabul edildi. 27 Ocak 1300’de Selçuklu Sultânı III. Alâ’addin Keykubad’ın saltanat alâmeti olan tabl, alem ve tuğu Osman Beye bir ferman ile göndermesi ile artık Osman Bey müstakil bir uc beyi olmuştu. 1301 yılında Bursa’ya yakın bir yerde Yenişehir’i kurdu ve saltanat merkezini buraya nakletti. Bu arada bütün bu fetihlerde kendisine yardım edenleri de unutmadı ve kardeşi Gündüz Bey’e Eskişehir’i; oğlu Orhan Bey’e Sultânönü’nü; Hasan Alp’a Yarhisâr’ı; Şeyh Edebalı’ya Bilecik’i ve Turgut Alp’e İnegöl’ü verdi ve Edebalı’nın torunu Alâ’addin’i yanında götürdü. 1308 yılında İlhanlı Hükümdarı Ahmed Gazan tarafından Selçuklu Devletine son verilince Osmanlı Devleti tamamen müstakil hale geldi. 1313’de Harmankaya Hâkimi Köse Mihal Bey’in Müslüman olmasıyla Mekece, Akhisâr ve Gölpazarı Osmanlının eline geçti. 1320 yılından itibaren çevrede fazla görünmeyen Osman Bey, 1324 yılında beyliği oğlu Orhan Bey’e devretti. 1324 yılı Şubat ayında Bursa’nın fethini görmeden 67 yaşında vefat eden Osman Bey, vasiyeti üzerine, geçici olarak gömülü bulunduğu Söğüd’den alınarak 2.5 yıl sonra 1326 yılında Bursa’daki Gümüş Künbed’e defn olunmuştur.

Babasından 4800 km2 olarak aldığı toprakları 16.000 km2’ye çıkaran Osman Bey’in Orhan ve Alâ’addin dışındaki çocukları şunlardır: Fatma Hâtun, Savcı Bey, Melik Bey, Hamîd Bey, Pazarlı Bey ve Çoban Bey. Bugünkü mülkî taksimata göre, Osman Bey zamanında Osmanoğullarının ülkesi, Bilecik, Eskişehir merkez, Sakarya’ya bağlı Geyve, Akyazı ve Hendek, Kütahya-Domaniç ve Bursa ilinin Mudanya, Yenişehir ve İnegöl ilçelerini kapsıyordu.

Osman Bey zamanındaki büyük âlimler ve şeyhlerden bazılarını da hatırlatmakta yarar vardır: Âlimlerden en önemlileri Mevlânâ Şeyh Edebalı, Dursun Fakîh ve Hattâb bin Ebî Kâsım Karahisârî’dir. Maneviyât reislerinden ise, Şeyh Muhlis Baba, Şeyh Âşık Paşa, Şeyh Ulvân Çelebi, Şeyh Hasan Çelebi ve Baba İlyas mutlaka zikredilmelidir. [1]






Yirmi üç yaşında Osmanlı Beyliği'nin başına geçen Osman Bey, iyi yönetimi ileri görüşlülüğü, duruma göre sakin oluşu, yüksek yeteneği, rakiplerine kendini sevdirmesi,mücadelesinde planlı hareketli, sabırlı ve hoş görülü olması ile diğer oymakları da yönetimi altına almıştır.
Burada belirtmeden geçemeyeceğimiz çok önenli bir vaka vardır:
Osman beyin daha yeni uc beyliği bile tam olarak kabul görmediğini anlıyoruz!
Zamanın en güçlü beyliği olan Karaman Oğulları tarihi Selçuklu mirascısı olmasına rağmen!
İslam birliğini kuramamıştır.
Tabiidirki adalet ve hoşgörü anlayışıyla ve dahi bey olması bakımından düşünürsek
en küçük beylik bile olsa demekki insanları ve toplumu bir araya getirmek mümkündür.
İşte bunu başaran Osman Bey olmuştur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedPerş. Ekim 22, 2009 4:37 pm

acankaraogul demiş ki:
Sultân Orhan

Orhan Bey, 1281 (veya 1288) de Söğüt’te dünyaya geldi. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, annesi Mal Hâtun Osman Bey’in ilk hanımı ve Selçuklu Vezirlerinden Ömer Abdülaziz Bey’in kızıdır. Osmanlı padişahlarından Sultân, Hân, Seyfüddin ve Şücâ’uddin gibi ünvanları ilk olarak hakkıyla elde eden ve kullanan zattır. 1324 yılında 36 veya 43 yaşında babasının yerine Osmanlı Beyliğinin uc beyi oldu. Askerî bir deha olan Orhan Bey, kısa zamanda şöhretini dünyaya duyurmasını, ilmiyeden gelen vezir Hacı Kemâlüddin oğlu Alâ’addin Paşa, kardeşi ve veziri Alâ’addin Paşa, yine ilmiyeden gelen Molla Tâceddin Kürdî ve Vezir Hayreddin Paşa, vezir Lala Şahin Paşa ve de önce Bilecik sonra da Bursa Kadılığına getirilen Çandarlı Kara Halil gibi devlet adamları ile meşveret etmesine ve onların tecrübelerinden yararlanmasına borçludur. Osmanlı Devleti, Orhan Bey zamanında kurulmuştur.

Orhan Bey, Köse Mihal, Turgut Alp, Şeyh Mahmûd, Gâzî Mihal Bey ve Ahi Hasan gibi kahramanların gayretiyle, senelerdir çevreden kuşattığı Bursa’yı 6 Nisan 1326 tarihinde fethetmiş ve Bey Sancağı adıyla oğlu Murad’a vermiştir. Artık Osmanlının merkezi Yenişehir değil Bursa’dır. Bu hadiseden sonra, 1327 senesinde Bursa Kadısı Cendereli (Çandarlı) Kara Halil ve vezir Alâ’addin’in tavsiyeleri ile saltanatın en önemli alâmeti olan ilk Osmanlı akçesini (son zamanlarda Osman Bey’e ait bir sikke de bulunduğundan bu görüş nakz olunmuştur) yani sikkesini bastırmıştır. İlk darbhane de Bursa’da kurulmuştur.

Osmanlı sınırlarının Karadeniz ve İstanbul Boğazına doğru ilerlediğini gören Bizanslılar, Darıca ile Eskihisar arasında bir yer olan Pelekanon’da Osmanlı ordularıyla karşılaşmışlar ve Osmanlılar İmparatoru yaraladıkları gibi, 1329 veya nihâî olarak 1331’de İznik’i fethetmişlerdir. İznik, Bizans açısından kudsî bir değere haizdi ve bunun farkında olan Orhan Bey, buradaki Ayasofya isimli Kiliseyi camiye çevirdi ve burada Osmanlı Devleti’nin ilk Üniversitesini kurarak başına da büyük âlim Kayserili Molla Davud’u tayin etti. İznik’i kurtarmak için hücuma geçen Bizans İmparatorunu, kaçmaya mahkum eden Orhan Bey, böylece 1335’e doğru bütün İslâm âleminde ve Avrupa’da Sultân ünvanıyla anılmaya başlandı; sonra da sulh yolunu tercih etti. Bu arada Bizans İmparatorunun kızı Prenses Theodora ile evlendi.

Bizans ile sulh yapan Sultân Orhan, bu sefer Anadolu fetihlerine yöneldi ve 1345’e doğru ilk olarak bir Anadolu Beyliğini yani Balıkesir merkezli Karesi Beyliğini Osmanlı Devleti’ne ilhak etti ve Anadolu’da 1354 yılında Ankara’ya kadar ilerledi ve orayı fethetti. Güneyde Çandarlı Körfezine dayanan Osmanlılar, Marmara Denizinin güneyindeki son toprakları da Bizans’ın elinden aldı; Üsküdar Osmanlı Devleti’nin eline geçti. Candaroğullarına bağlı Uluğ Beyoğulları Beyliği de Osmanlı Devleti’ne katıldı.

Kayınpederi olan Bizans İmparatoru’nun kendisine saldıran Slavlar ve Bulgarlara karşı Orhan Bey’den yardım istemesi üzerine Osmanlı ordusu, evvela 3 Şubat 1347 yılında İstanbul’a girdi. Sonra döndü. Paşa’nın yardım ordusunun öncüsü Gâzî Umur Bey’dir. 1347’de Süleyman Paşa, İmroz’a çıkartma yapmak istedi, ancak püskürtüldü. 1349 yılında yardım için Rumeli’ye geçti, Selanik’e kadar geldi ve şehri slavlardan kurtararak geri döndü. 1353 tarihinde, bu yardıma minnettar olan İmparator, Gelibolu yarım adasında, Çanakkale Boğazının Avrupa kıyısı üzerinde küçük Çimpe kalesini Avrupa’ya geçerken kolaylık olsun diye Süleyman Paşa’ya hediye etti. Daha önceki geçişlerden farklı olarak, artık Osmanlı Beyliği, Rumeli’nde hukuken ve fiilen var olmuşlardı. Türk tarihinin önemli olaylarından olan Rumeli’ye geçişin kahramanı Süleyman Paşa, Lüleburgaz ve Çorlu’yu da fethettikten sonra, 1357 yılında atının ayağının sürçmesi sonucunda düşerek vefat etti. Rumeli fetihlerini onun yerine Şehzâde Murâd devam ettirdiyse de, bu acıya dayanamayan 81 yaşındaki Sultân Orhan, 1362 yılında Nisan ayının sonlarına doğru vefat etti.

Orhan Bey, kaynaklardan öğrendiğimize göre hayatı boyunca 4 hanımla evlendi. Bunların aynı zamanda hanımları olduğu düşünülmemelidir. Bu hanımları ve bunlardan doğan çocukları sırasıyla şunlardır: 1) Nilüfer Hâtun (Holofira): Yarhisar Tekfu’runun kızıdır; Müslüman olup Nilüfer adını almıştır. Süleyman Paşa, I. Murad ve Şehzâde Kasım’ın annesidir. 2) Asporça Hâtun: Bizans İmparatoru’nun kızıdır; Şehzâde İbrahim ve Fatma Sultân’ın annesidir. Müslüman olmuştur. 3) Theodora Hâtun: Müslüman olmadığı ve evliliğin kısa sürdüğü anlaşılıyor. Şehzâde Halil’in annesidir. 4) Eftandise Hâtun: Mahmûd Alp’in kızıdır.

Sultân Orhan zamanındaki büyük ilim adamları ve maneviyât reisleri arasında, İznik’deki ilk yüksek tahsil müessesesinin müderrisi Davud-ı Kayserî, sonradan onun halefi olan ve yaya ile müsellemin teşkilinde fikir veren Alâ’addin Esved veya Kara Hoca, Osmanlı Devleti’nin ilk Bursa Kadısı ve Kazaskeri Çandarlı Kara Halil, Hasan-ı Kayserî ve maneviyât reislerinden ise, Seyyid Ahmed-i Kebîr-i Rufâ’î, Karaca Ahmed, Ahi Evran ve Musa Abdal başta gelen simalardandır .[1]


Bursa'nın alınması(1326)
Maltepe (Palekanon) Savaşının kazanılması(1329)
İznik ve Kocaelinin fethedilmesi.
Özellikle Karesioğulları Beyliği Osmanlıya katıldıması.
Ve işte denizciliğin başlamasıyla Rumeli'ye geçilmesi
Orhan Beyin artık imparatorluk yolundaki ilk adımları atmış olduğunu görüyoruz...

Bu dönemde Devlet çalışmaları had safhaya çıkmıştır.
Artık Osmanlıya Beylik olarak bakan hiç bir devlet yoktu...

Yeni yerleşim bölgelerinde uygulanan adalet ve disiplin anlayışından birkaç örnek:
1)- Yeni fethedilen yerlere öncelikle göçebe Türkler yerleştirilir, böylece bunların yerleşik hayata geçmeleri sağlanırdı.
2)- Fethedilen yerdeki yerli halktan ayaklanma çıkarma ihtimali olanlar başka yerlere iskan edilirlerdi.
3)- Göçmenler iskan yerine yakın yerden alınırlardı. Böylece halkın yeni yere uyumu daha kolay olurdu.
4)- İskan edilenlere ihtiyacı olan malzeme verilir ve bir süre vergi alınmazdı.

Buraya kadar anladığımız şudur...
Orhan Bey e artık Sultan gözüyle bakılır olmuştur.
Devlet artık bir çok milleti bir arada tutmayı birlikte yaşamayı ve ayrı din, dil ve ırklara mensup olan
yerleşim bölgelerine sahip olmayı başararak kesin olarak kendini kanıtlamıştır...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedCuma Ekim 30, 2009 12:44 am

Murad Hüdâvendigâr

Babasi . Orhan Gazi
Annesi . Nilüfer Hatun

Dogumu : 1326

Vefati : 1389

Saltanati : 1359 - 1389 (30) sene


Sultan Murad uzun boylu, degirmi yüzlü,iri burunlu idi. Kalin ve adaleli bir vücuda sahipti.
Basina mevlevi sikkesi üzerine yuvarlak testar sarili bir baslik giyerdi.
Çok sade giyinir ve kirmizi zeminli beyaz elbiseden hoslanirdi.
Gayet nazik, sevimli, çok halim ve selimdi. Âlim ve sanatkârlara hürmet gösterir, fakirlere ve kimsesizlere büyük bir sefkatle muamele ederdi.
Halk tarafindan "Gazi Hünkâr" diye anilir ve bir baba olarak sevilirdi.Terbiyesi ile annesi Nilüfer Hatun mesgul oldu:
Gençligini Bursa'da medreselerde, ilim ve sarfat adamlari ile geçirdi.
Bütün hayati sinir boylarinda ve harp meydanlarinda geçmistir.
Hiç durmadan Rumeli'den Ana'dolu'ya, Anadolu'dan Rumeli'ye seferler yapmistir.
Bu kadar harp mesguliyetleri arasinda, büyük ve kiymetli binalar, sanat eserleri meydana getirmeye de vakit bulmustur.
Bursa'da camiler, medreseler ve imarethaneler yaptirmistir.
Edirne'yi ilk defa O, hükümet merkezi yapmistir.
Ilk Edirne sarayi da kendisi bina ettirmistir.
Orhan Gazi'nin vefatinda 95.000 km. Kare olan topraklarin genisligini 500.000 km. Kareye çikardi.
Zamaninda alinan yerler :
1362'de Edirne, 1363'de eski Zagra ve Filibe fethedildi.
1364'de Sirpsindigi zaferi kazanildi ve Haçlilar perisan edildi.
1365'de Kara Biga Osmanli topraklarina katildi.
1369'da Hayrabolu, Kirklareli, Pinarhisar ve Vize alindi.
1370'de Bulgar Kralligi Osmanlilara tâbi oldu.Bir müddet sonra da Çamurlu savay kazanildi.
1371'de Çirmen zaferi elde edildi, Haçlilar bir defa daha yenildiler.
1372'de Çatalca Bizans'tan alindi. 1374'de Sirbistan Osmanlilara tâbi oldu.
1375'de Nis fethedildi. 1378'de Kütahya Vilâyeti Osmanli topraklarina katildi.
1382'de , Sofya fethedildi. 1383'de Candarogullari Osmanlilara tâbi oldu.
1385'de Arnavutlukun kuzeyi tamamen alindi,. 1386'da Karamanlilarla harp yapildi.,
1388'de Silistre, Zistovi, Nigbolu, Plevne, Lofça, Deliorman ve Dobruca Türk hakimiyeti altina alindi.
1389'da Haçlilar bir defa daha perisan edildiler ve Islâm ordusunun yigitlikeri sonunda Kosova Meydan Muharebesi kazanildi.
Ne yazik ki bu sanli zafer çok büyük bir aci ile neticelendi.
Bütün gazileri derin bir matem içinde birakti.
Söyle ki;bu zafer sonunda yaralilarin büyük bir kismi düsman askerleri idi.
Yerdekiler arasinda tek tük Türk sehidi de vardi.
Sultan Murad her sehidin önüne geldigi vakit büyük bir üzüntü ile "Inna lillâhi ve inna ileyhi râciün" diyor ve sehidin derhal kaldirilarak defnedilmesini emrediyordu.
Yarali bir Türk'ün yanina geldigi zaman, onu oksuyor, yarasinin aciyip acimadigini ve bir arzusu olup olmadigini soruyordu.
Böylece dolasirken biraz uzakta ölüler arasinda bir kimildama oldu. Sultan Murad o tarafa döndü.
Ölüler arasindan, dev gibi uzun boylu bir Sirplinin kalktigi görüldü.
Milos ismindeki bu Sirpli (Kral Lazar'in damadi) yerden kalkarak Padisaha dogru gelmeye basladi.
Padisahin muhafizlari ise, Sirpli'yi derhal yakaladilar.
Fakat Sirpli, padisahi mutlaka görmek istiyordu ve : "Beni birakiniz, korkmaniza lüzum yok.
Ben Padisahin elini öpmeye ve hem de müslüman olmaya geldim.
Ayrica size bir de müjdem var.
Kral Lazar yakalandi, bakiniz getiriyorlar" dedi.
Padisah onun sözlerini isitmisti.
Isaret ederek birakmalarini söyledi.
Muhafizlar da Kralin tutuldugu tarafa bakarlarken, yarali taklidi yapan hain Sirpli, Padisaha yaklasti, elini öpecekmis gibi egildi,
bir anda ve yildirim sürati ile koltugunun altinda sakladigi hançerini çekerek, Gazi Hünkâr'in mübarek gögüs ve karnina sapladi.
Muhafizlar neye ugradiklarini anlayamadilar.
Katil kaçmaya basladi. Sonra muhafizlar kafiri yakalayarak parça .parça ettiler.
Hünkâr'in son sözleri sunlardi : "Islâmin muzafferiyeti, benim sehit olmama bagli ise,sehadet serbetini nasip buyurmasini Cenab-i Hak'tan dua ve niyaz etmistim.
Duam kabul buyuruldu. Hazreti Allah'a hamd ve sena olsun ki, Islâm askerinin zaferini gördükten sonra hayatim sona ermektedir. Oglum Bayazid'e biat ediniz.
Sakin esirleri incitmeyiniz. Mal ve canlarina tecavüz etmeyiniz. Ben artik sizleri ve muzaffer ordumuzu Cenab-i Hakk'a emanet ediyorum.
Mevla devletimizi bütün fenaliklardan korusun!" diyerek ebediyyete intikal etti. Sultan Murad'in hançerle parçalanan barsaklari, sehit oldugu yere bir türbe yapilarak gömüldü. ,
Cesedi ise Bursa'ya nakledilerek Çekirge'deki türbesine defnedildi.Silsile-i Sadât-i Naksibendiyye'den Hâce Seyyid Emir Kilâl (k.s.) Hazretleri,
Mugnullebib isimli eserin sahibi ve topun mucidi olarak bilinen Cemaleddin Abdullah Efendi, Buhari'nin sârihi Semseddin Kirmani, Birinci Murad zamaninda vefat etmislerdir.
Ilk kazasker tayinleri, timar kanunu ve minarelerden salatu selâm okuma adetleri bu devirde baslamistir.

Erkek çocuklari : Yakub Çelebi, Yildirim Beyazid, Savci Bey ve Ibrahim.

Kiz çocuklari : Nefise ve Sultan Hatun.

Hazirlayan: Muhammed Faruk



En son masatlik tarafından Çarş. Kas. 11, 2009 9:35 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedÇarş. Kas. 11, 2009 8:08 am

Yıldırım Beyazıd
(1360 - 1403)


Arkadaşlar kendi düşüncelerimi ve yorumumu yazacağım.
Ayrıca kafamda canlandırdığım bu olağanüstü insanın Dünya tarihinde eşi benzeri bulunmayan bir hayat öyküsü vardır...

Çocukluğu ve gençliği Bursa'da geçmiştir.
Ata binmeye, kılıç ve ok kullanmaya, aşırı denecek kadar ceng etmeye meraklı ve aynı zamanda başarılıydı.
Çavikliği atikliği ile göz dolduran tabiri caiz ise mığ gibi;
Olağanüstü hareketli inanılmaz güç ve bitmek tükenmek bilmeyen efoya sahip bir şehzade idi.
Hızlı düşünüp kararını yıldırım hızıyla alıp uygulardı bu yüzden kendisine YILDIRIM lakabı verilmiştir.

Babası I.Murad'ın şavaşta şehit olması ile Osmanlı artık emrine girmişti.
Tahta geçince ortalığın toz duman içinde olduğunu gördü.
Öyleki her an her taraftan saldırı mevcuttu.
Bizans'ın yanısıra Sırplar,Macarlar, Yunanlar,Bulgarlar Venedikler ve hatta Papalık bile Osmanlı'yı yok etmek için büyük çaba içinde olduğunu gördü!
Bunlarla savaşa girdi ve her girdiği savaşı zaferle bitirip antlaşmalar yaparak tehlike olmaktan çıkarmayı başarmıştı.

Aynı zaman diliminde Anadoluda kazan kaynıyordu beyliklerin biri biri ardına isyanları ve Osmanlıya biat etmedikleri görülüyordu.
Baskın üzerine baskınlar düzenleyerek Ankaraya kadar olan bütün beylikleri dize getirdi.
Bu arada oldukça dramatik bir şekilde kendi kardeşlerinide öldürtmek zorunda kalmıştı!
Ne acıdırki babasını şavaş meydanında kaybeden şehit oğlu alan kendisi kardeşlerini işte şu nedenlerden ötürü öldürtmek zorunda kalmıştır.
Kardeşlerinin emri altında olanları çok iyi tanımaktadır.
Şöyleki:
Beyine ölümüne bağlı olan öl denirse ölen binlerce kişi ve aile vardır.
Dış Dünya dan habersiz ne olup bittiği hakkında en ufak bir fikri olmayan bu onbinlerce kişi ve ailelerin hayatı sadece beylerinin iki dudağı arasındaki sözcüğe bağlıydı.
Bunu çok iyi bilen Yıldırım ani verdiği kararı ani bir şekilde uygulayarak kardeşlerini taht kavğası olmaması için öldürtmüştür.

Zaman ve mekanı durduran dayanılması mümkün olmayan bu acıyı yüreğine akıtarak bu kararı veren Yıldırım artık Osmanlıda önüne geçilmesi imkansız bir yükselişe geçmişti.

Böylece İstanbul'u almak için yoğun bir çalışmaya girmişti...
Bir çok kez İstanbulu kuşattı. Hatta Anadolu Hisarını yaptırtarak boğazı tamamen kontrolü altına aldı.

Fakat büyük bir bela onu bekliyordu...
***

Diğer taraftan Timur büyük bir hızla imparatorluğunu genişletiyordu.
Dünya tarihinde belkide eşi benzeri olmayan müslüman olduğunu idda eden fakat devamlı olarak müslüman kanı döken böylesine acımasız çocuk ve kadın katili bir lider görülmemiştir.

Zapt ettiği bütün topraklarda inanılmaz vahşet ve ölüm kusan böyle acımasız bir lider olan bu cani kişi aslında sadece bir hırsız ve göçebe idi.
Şavaş tekniğinin şeklini değiştiren hile ve düzenbazlıkta sınır tanımayan ömrü boyunca şavaş taktiği geliştiren manyak bir katil olan Timurlenk!
Bu konuda çok şeyler yazmak isterdim ama konumuzun dışına çıkmak olacağından bu kadar yeterlidir.
***

Bu arada Emir Sultanın bütün çaba ve gayretleri boşa gitmişti!

Yıldırım kararlıydı mutlaka bu cani kişiyi durdurması gerekiyordu.
Fakat savaş hilesini ve zaman içinde öldürttüğü beyliklerin kendine olan kinini hesaba katmamıştı...
Ayrıca Papalık ve haçlı oyununu da hesaba katmak gerekir çünki her iki tarafıda kışkırtıp şavaş etmeleri;
Bu iki müslüman orduyu karşı karşıya getirmek için halktan sevilen ve sayılan kişileri kandırıp ajan olarak kullanmaları zamanın en büyük siyonist oyunu olduğu aşikardır.
Bu bilgiler hakkında yabancı kaynaklar, büyük bir başarı olarak söz etmektedirler!

Acı gerçek:
Bütün olumsuzlukları bertaraf eden Yıldırım sonunda müslüman bir orduyla karşı karşıya gelmişti.
Timur büyük bir ustalıkla beyliklerin Yıldırıma olan kinlerini kullanarak Anadoludaki beyleri yanına aldı...
Yıldırımın ordusunda müslüman sırplardan ve yakın taraftarlarından başka kimse kalmamıştı.

Birde emrindeki askerler müslüman kanı dükmekten oldukça rahatsız olmuşlardı!

Emir Sultan'ın komutasındaki müridleride bu şavaşta telef oldular...

Bu ihanet aslında o zamanki şartlarda gerçektende beyliklerin ne kadar koltuk sevdalısı olduklarını ap açık göstermekteydi.
Demekki Yıldırım ileriyi görmüş ve bu beyliklerin ne kadar iki yüzlü olabileceklerini anlamıştı.
Tabiri caiz ise kafalarını kesmekte haklı olduğunu göstermektedir.

Evet şavaş büyük bir dramla bitti...
Kötülük kazanmış iyilik kaybetmişti...

Bu savaş Türk ve Müslümanların şavaşarak;
Belkide dünya tarihinin akışını değiştirdiği bütün tarihçiler tarafından kabul edilmektedir.

Zamanın en büyük karmaşasını yaşayan ve mücadele ederken büyük zaferler kazanan bu eşi bulunmaz kumandan ve padişahımız ne yazıkki esir düştü...(28-temmuz-1402)

Yerinde duramayan ele avuca sığmayan bu Serdar-ı Ekrem'imiz sadece 1 yıl esarete dayanabildi ve vefat etti...


AĞLA EYY GÖNÜL AĞLA!
BU KADARMIYDI SADAKATİN
YOKSA SADECE SALTANATMIYDI
İHANETİNİN BEDELİ!
YOKSA DÖKÜLEN KAN HELALMİYDİ
NE DENİRKİ BUNA HANİ ADALETİN!
SEN ÜÇ KURUŞLUK MEFAATİN İÇİNMİ
YER YÜZÜNÜN VE GÜKYÜZÜNÜN
DÜNYA SAADETİNİ YOK ETTİN!

MASATLIK EMIRHANOGLU
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
turkscihad

turkscihad



Osmanlı Hûkümdarları Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlı Hûkümdarları Osmanlı Hûkümdarları Icon_minipostedÇarş. Kas. 11, 2009 11:17 am

masatlik demiş ki:

Diğer taraftan Timur büyük bir hızla imparatorluğunu genişletiyordu.
Dünya tarihinde belkide eşi benzeri olmayan müslüman olduğunu idda eden fakat devamlı olarak müslüman kanı döken böylesine acımasız çocuk ve kadın katili bir lider görülmemiştir.

Zapt ettiği bütün topraklarda inanılmaz vahşet ve ölüm kusan böyle acımasız bir lider olan bu cani kişi aslında sadece bir hırsız ve göçebe idi.
Şavaş tekniğinin şeklini değiştiren hile ve düzenbazlıkta sınır tanımayan ömrü boyunca şavaş taktiği geliştiren manyak bir katil olan Timurlenk!
Bu konuda çok şeyler yazmak isterdim ama konumuzun dışına çıkmak olacağından bu kadar yeterlidir.
***

Bunlar Timur-Bayezid arasında savaş öncesi mektuplaşmalardır.
Alıntı :
I. Mektup ve Cevabında
Timur;Yıldırım Bayezid’e yazdığı birinci mektubunda özetle; “...Kara
Yusuf ile Bağdat Sultanı olan Ahmed Celâyir’in, Osmanlı idaresine sığınma
taleplerini kabul etmemesini, bu iki kişiyi yakalayıp aileleri ile birlikte ya
kendisine teslim edilmesini, veya öldürülmelerini, ya da ülke sınırları dışına
çıkarılmaları...”21 gibi alternatif tekliflerini iletmiştir.
Yıldırım Bayezid; Timur’un bu gibi isteklerini emr-i vâki saymış,
muhtemelen kendisine iltica edenlerin kışkırtmaları ve onun daha önceki Sivas
kuşatması da dahil, Osmanlıya karşı beslediği istilâ planları sebebiyle çok sert
ve hakaret edici cevabî mektubunda ; “...Ey ihtiyar bipppppppp, tekfurdan daha
şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin.
Osmanlı sultanlarını, Acem padişahlarına benzetme. Osmanlı askerleri de, ne
Kıpçak ülkesi Tatarı gibi sıradan insanlar, ne de Hint toplulukları gibi başı boş,
sere serpe avare kalabalıklar değildirler. Osmanlı askerleri, Irak ve Horasan
askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine
sen, Osmanlı askerlerini Şam ve Haleb(Memlûk) askerlerine de
benzetmeyesin...” şeklinde ifadeler kullanmıştır.
Yukarıda mektup içerisinde anılan tüm bu ülkeler, Timur’a mağlup olmuş
yerler olduğu için, Yıldırım Bayezid buraları kötü birer örnek olarak Timur’a
göstermek istemiştir. Ayrıca Yıldırım’ın mektubunda adları geçen İslam
ülkelerinde Timur’un, çok sayıda Müslümanı öldürdüğü ve şehirlerini harab
ettiği kaydedilmektedir ki, bu durumu Timur da söylemekte bir beis
görmemiştir. Böylesine bir âkibete uğramak istemeyen Yıldırım Bayeazid, işi
savaş yoluyla bitirmek istemiş olacak ki ona yazdığı cevabında; “...bu mektup
eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç
talakla kendisinden boş olsun...” diyerek, Timur’u savaş meydanına davet
etmiş, gözdağı vermiştir.
II. Mektup ve Cevabında
Karşılıklı yazılan bu sert ve aşağılayıcı ilk mektuplardan sonra, taraflar
daha temkinli olmayı yeğlemiş olmalı ki daha sonra yazacakları mektuplarda
üslûplarını yumuşatmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Şöyle ki;
Timur; “...Sen kendini Allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan
döken bir kâfir ve beni yeni yetme bir savaşçı saymışsın. Bil ki, ben kırk yıla
yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. Bu cihatlar sonunda kaleler ve
ülkeler feth ederek, beldeleri kurtarmakla meşgulüm. Kaldı ki bu halim, dünden
daha açık ve kesindir. Bu mücadeleler esnasında, çok sayıda kişi bize itaat
etmiş ve yolumuzda canlarını feda etmiştir. Siz niçin bize hizmet etmekten
kaçıyor, sevgi göster miyorsunuz? Hem yaşça da senden büyük durumdayım.
Bu güne kadar hangi tarafa gittiysem, kısa sürede orayı ele geçirdim. Sivas’ı da
kısa zamanda elde ettim. Sen Malatya’yı muhasara ettin, dört ay elde edemedin
ve geri dönmek zorunda kaldın. Sinop Kale’sini ne zamandan beridir elde
edemedin. Mektubundaki gibi tehdit ve gurura kapılma, akıl yolundan uzak
sözlere cesaret etme. Kaldı ki Sivas’ta ele geçirdiğim adamlarınızdan
durumunu anlamış haldeyim. Dolayısıyla pek çok Müslümanı rencide etmek,
han ve mallarını harab etmek uygun görülmemiştir. Bu sebeptendir ki, güzel
cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil, ülkeni harap etmekten kurtarmış
olursun. Bizimle anlaşma yoluna döner, özür dileyen bir ifade ile cevap
verirsen, aramızda dostluk ve sevgi olur. Böylece Frenk kâfirine fırsat vermemiş
olur, biz de, Sivas’tan çekilerek geri döneriz. Bizim niyetimiz ve meylimiz sizi
zayıf düşürerek meşgul etmek, böylece kefere dinine yardım etmek değildir.
Bizi ve askerimizi kâfir, dinsiz, sapık itikatlı mezhep sahibi ve çirkin
âdetleri bulunmakla itham etme. Bizim askerimiz babadan ataya Müslüman ve
Müslüman çocuklarıdır. Niçin hidâyete layık olmasınlar? Kaldı ki, Osmanlı’nın
askerleri çoğunlukla kâfirlerden devşirme olduğu açıktır.
Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adına hutbeler okunmaktadır,
sikkeler basılıdır. Müslümanların ûlü’l-emri olduğumuzda şüphe yoktur. Bizim
soyumuz, İlhân-ı Âlişân’a ulaşmaktadır. Eğer samimi selâmınızla beraber iyi
ifadeler içeren mektubunuz gelirse, her iki taraf arasında yumuşama ve sevgi
Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları
peyda olur. Aksi halde kılıç ortaya çıkınca, kaleme yer kalmaz ve’s-selâm...”
ifadelerini içeren ikinci mektubunu Yıldırım Bayezid’e göndermiştir.
Yıldırım Bayezid; “...Zamanın cihan sultanı olan Timur-i Köregen22,
Sivas’a gelip yerleşmeyi, bizim Tebrîz’e yöneldiğimize benzeterek tuhaf
kıyaslamada bulunmuşsun. Kaldı ki biz, Kefe’den Şirvan’a varıp, o ülkeye
asker çıkarsak, kim mani olabilir? Kıpçak halkı sizden bıkıp usandığı için
bizimle beraber olmayı tercih etmektedir.
Malatya ve Sinop hususundaki iddianız da doğru değildir. Bazı
sebeplerden dolayı muhasaradan vazgeçilmiştir. Yoksa bizim askerimizin azlığı
veya sizin askerinizin çokluğundan dolayı olmamıştır. Kastamonu ve Karaman
hakimlerinin inatları ve o sırada fırsat bulup, bazı vilâyetlerimize saldırmaları,
bizim Malatya ve Sinop’taki muhasarayı kaldırmamızı zaruri kılmıştır...”
dedikten sonra mektubuna devamla; “...İyi bil ki, atam Ertuğrul Han üç yüz
kadar gazisiyle beraber, Hülâgû Tatar’ından onbin Tatar’a vurup, Alâeddin
Keykubât’a galip gelenleri mağlup etmiştir. Bundan sonra devlet idâre etme
şerefine nâil olmuş, hil‘at kendisine verilerek, Allâh’ın lutfu ile Âl-i Selçûk’un
yerine idareyi elde tutması isyân ve baş kaldırma ile olmamıştır. Osman Bey’in
ilk culûsundan itibaren, dört tarafında bulunan kâfirlerle gece-gündüz iki
yüzbinden fazla askeriyle cihat etmiştir. Bu saltanat yıldızımız bugün dördüncü
tabakaya erişmiş ve şimdiye kadar fethettiğimiz kale ve kasabaların sayısı
geçmiş sultanların hayalinden geçmesi dahi mümkün olmamıştır...” sözleriyle
Osmanlı saltanatının tarihî seyrini açıkladıktan sonra, Osmanlının iktidar
amacını şu ifadelerle duyurmaya çalışmıştır;“...Bizim nazarımızda; dünya ve
içindekilerin kıymeti, Allah yolunda cihat etmenin yanında saman çöpü kadar
değeri yoktur. Osmanlı askerine Abdullâh oğlu demekten fazlasıyla zevk
duyarız. Çünkü bütün sahâbe-i kirâmın ataları kâfir iken, kendileri müslüman
oldular. Böyle müslüman olanlar, insafı olmayan müslüman-zâdelerden çok çok
üstündürler...” şeklinde dinî kanaatini ifade etmiştir. Timur’un istila ettiği İslam
ülkelerinde yaptıklarını tasvip etmeyerek; “...Siz Sivas’ı harap idüp, ehl-i
İslâm’ın ırzını pâyimâl etdükten sonra ne denile bilir ki! Siz, ilk suçlamayı
kendinizden gidermeye uğraşıyorsunuz. Arapça ve Farsça gelen
mektuplarınızda sertlik, kabalık, kibir ve gururdan başka bir nesne yoktu. Âl-i
Osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir. Mektuplarımız akıllı
devlet erkânımızla yapılan istişâreler sonrası yazılmıştır...” tepkisini
göstermiştir.
Görüldüğü gibi Yıldırım Bayezid, Timur’dan gelen ikinci mektuba, iltifat
gösteren diplomatik bir üslûpla cevap vermiştir. Timur’un İslâm âleminin
liderliğini temsil edemeyeceğini belirtirken, Osmanlı Sultanları, liyâkat ve
22 Aslı Moğolca olan bu kelime“damat” anlamına gelmektedir. Timur’un kendisi han
soyundan gelmediği için, Kazan Han’ının kızı ile evlenerek “Köregen” lakabını almıştır.
Bunun içindir ki, tarihî kaynaklar onu “Emîr Timur” şeklinde zikretmektedirler.
meşru yollarla iktidarı elinde bulundurdukları ve tek gayeleri, Allâh yolunda
cihat etmek olduğu, mal ve arazi elde etmek gibi dünyevî emeller peşinde
koşmak olmadığını özellikle belirtmiştir. Ayrıca Osmanlı ordusu, fethettiği
ülkelerde Timur’un yaptığı gibi yıkıp yakarak harap etmediklerini de söyleyerek
onu, Osmanlı idaresi altındaki yerlere saldırıda bulunma düşüncesinden vaz
geçirmeye çalışmıştır.
Timur’a yazılan ilk cevap niteliğindeki mektupta, Yıldırım Bayezid’in
ağır ifadeler kullanmaya, onun ilk mektubundaki sert ve kaba sözlerinin yol
açtığını izah ederken, ikinci cevap niteliğindeki mektupta Yıldırım Bayezid
yumuşak bir ifade ile meseleyi hal etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Çünkü
Timur, Anadolu’ya bu seferden önce geldiğinde verdiği zararı Yıldırım Bayezid
çok iyi bilmektedir. Timur’u engellemek için onun psikolojisini bozmak ve
vazgeçirmek niyetinde olduğu açıktır. Ancak, Bayezid’in yazdığı ağır ifadeler,
ona karşı duyduğu öfkenin mektuba yansımasıdır. Zira, Sivas’ın ilk defa Timur
tarafından tahrip edilmesi ve Yıldırım Bayezid’in oğlu Ertuğrul’un öldürülmesi
sonrasında, Bayezid’in “Çal çoban çal, Ertuğrul gibi oğlun mu öldü, Sivas gibi
kalen mi yıkıldı.” 23 dizelerini söylemiş olması, onu ne derece üzdüğünü
göstermektedir.
III. Mektup ve Cevabında
Yıldırım Bayezid’den alınan ikinci cevabın ardında;
Timur; “...Sungur Çavuş ve Hacı Bayezid ile gönderdiğimiz haberler
doğrudur. Sizin küffârla savaştığınızı biliyoruz. Bu tarafta Gürcü kâfirlerle biz
savaşıyoruz. Hem siz hem de bizler bu konuda mutluyuz. Bu durumun sayısız
faydaları her iki tarafa olmaktadır.Yazdıklarımızda zerre kadar şaibe ve şüphe
olamaz. Antlaşma kararı olursa, Mısır’la aramızda olanlardan ıslâh edici
olunması isteğiniz uygun görülmemiştir. Çünkü ölen eski Mısır Vâlisi,
elçilerimizden Irak ve Acem’in büyük saygı duyduğu Bahaddin Savcı’yı haksız
yere öldürdü. Yine uzun süredir hapsettiği Gönültaş’ı serbest bırakması için elçi
gönderdiğim halde isteğimi yerine getirmedi ve o günahsızı hiç endişe
duymadan katletti. Biz Şam ve Haleb’e geldiğimizde, Mısır’da Hacı adındaki
elçileri gelip haps olunan Otlamış’ı Haleb’e gönderelim dediler. Fakat bu sözün
de aksini yaptılar. Timur, Osmanlı sultanının Memlüklerle irtibat kurmasına,
bağları kuvvetlendirmesine vesile olacak faaliyetlerden rahatsız olduğunu ve
Yıldırım Bayezid’in muhtemelen elçileri vasıtasıyla sözlü olarak Mısır Valisi
olan kişi hakkında akrabalık ve kutsal mekanlara idarecilik yapmış olması,
Timur ile Yıldırım Bayezid arasında arabuluculukta bulunmasına itiraz edip,
rıza göstermeyerek; “...Senin, şimdi Mısır Vâlisi olan kimseye oğlumuzdur
demeni uygun görmedik. Onu Sultânu’l-Harameyn elkâbıyla anmanız doğru
olmaz. Belki Mücâvirü’l-Harameyn demeye lâyık değillerdir...” tepkisini
bildirmiştir. Ancak Yıldırım Bayezid’in göndermiş olduğu önceki mektubu
incelendiğinde Memlük Sultanı için yukarıdaki ifadeleri kullanmadığını
görüyoruz. Acaba Karaman Beyliğine ait bazı kimselerin Osmanlı elçilerini ele
geçirip, gönderilen mektuptaki ifadeleri değiştirdiklerine dair Bayezid’in kast
ettiği hadise bu sırada olmuş olabilir mi, sorusu akla gelebilir.
Timur mektubuna devamla; “...Bize dost olmayanı, kendinize yakın ve
sevdiklerinize dahil etmeyiniz. Saltanat işleri nezâkete bağlıdır. Dikkat edilecek
yönleri çoktur...” 24 şeklinde tavsiye ve isteklerini dile getirmiş, “...Ahmed
Celâyir şimdi Bağdat yakınlarına gelmiş, biz de oraya asker göndermişiz.
Tekrar size taraf kaçar gelirse sahip çıkmayıp, bilâkis yakalayıp bize teslim
etmeniz sizden isteğimizdir. Erzincan’a varıp, yerleri tahrip için şimdilik
serhadda durularak elçilerinizin gelmesini beklemekteyiz...” şeklinde
düşüncelerini Yıldırım Bayezid’e iletmiştir.
Yıldırım Bayezid; Timur’un mektuplarında yer alan isteklerini kabul
etmeyerek, onu kendi atası olan Hülâgu’nun sergilediği tutuma davet etmiş,
Osmanlı ülkesine sığınan Bağdat Sultanı Ahmet Celâyir ile Kara Yusuf’u teslim
alma arzusundan vazgeçmesi için; “...Mısır hakimi ile aranızda geçen
olaylardan dolayı bizim niyyetimizi doğru anlamamışsınız. Biz arzu etsek
Mısır’ı feth etmeye her zaman kadiriz. Ahmet Celâyir tekrar geri Osmanlı
topraklarına gelirse, Kara Yusuf ile birlikte ikisini size teslim etmemi
istemişsiniz. Biliyorsunuz ki Hûlâgu Dârü’s-Selâm’ı alıp İran’ın çoğunu eline
geçirdiği sırada, halifenin amcası çocuklarından bir iki kişi Mısır’a Kâhire
Vâlisi Baybars’a sığındılar ve onun himayesine girdiler. Hülâgu’nun Bağdat
Vâlisi olan Karaboğa Noyan, Baybars’la cenk ettiler. Halifenin amcasını Mısır
askeri sanıp, orada şehit ettiler. Kaçanlar şimdiye kadar Kâhire’de kaldı ve
Hülâgû Han onları geri istemedi ve takip de etmedi. Şimdi bu dostunuz feleğin
tokadını yemiş bir iki kişiyi himaye etmekle hatırınızı kıracak bir durum olamaz.
Zira Hülâgû böylesine cüz’i şeylerden vaz geçmiştir. Muradımız Sivas ve
çevresinden elinizi çekmenizdir. Bunu yerine getirmeniz güzel bir işaretinizin
gereği olduğu anlaşılacaktır. Ancak her hâlde Allah’ın takdirinden kaçılmaz ve
bizim kimseden korkumuz yoktur...” şeklindeki düşüncelerini bildirmiştir.
Timur, Yıldırım Bayezid ile savaşa girmenin riskli olabileceği husussunda
tereddüte düşmüş, elçiler vasıtasıyla savaş yapmadan amacına ulaşma yoluna
gitmiştir. Diğer taraftan Yıldırım Bayezid, onun isteklerini yerine getirmekle,
otoritesinin sarsılacağı, tarafında yer alan kimselerin Osmanlı idaresine
güvenlerinin kalmayacağı ve Osmanlı geleneğine ters düşen “Kendisine sığınan
kimseyi düşmanına teslim etmek” durumda olmak ismediği için Timur’a olumlu
cevap vermediği anlaşılıyor.
IV. Mektup ve Cevabında
Karşılıklı yazılan mektupların en sonuncusunda Timur’un, Osmanlı
idaresinden birkaç kale ve şehrin kendisine teslim edilmesi gibi kabulü mümkün
olmayacak yeni şartları da ilave ederek, savaş niyetini daha açıkça belirtiği
görülmektedir. Hatta mektuplarda geçmeyen, ancak bazı tarih araştırmalarında
rastladığımız “Timur, Yıldırım Bayezid’den oğullarından birini kendisine rehin
bırakması” isteğinde de bulunduğunu kaydetmişlerdir.
Timur; “...Şimdiye kadar sulh için çalıştım ve nihayet Sivas’a gelmem
söz konusu oldu. Kâfire fırsat vermemek, İslam diyarlarını harap etmekten
endişe edip, Şam tarafına giderek Mısır azizinden intikamımızı aldık. Sizin
hasta olduğunuz hususu ağızlarda dolaşırken, biz bunu fırsat bilip dikkate
almadık. Ancak siz fırsat bulunca bize bağlı olan Erzincan’a gelip valimizi
rencide ettiniz. Adamımız olan Taharten(Muttaharten) sulhu sağlamak için sizin
pişman olduğunuzu bize yazmıştır. Biz de güvendik ve sulh için antlaşmaya
varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. Ama siz gittikçe artan bir
katı tutum içerisinde oldunuz. Tâ ki biz ve askerimiz için kâfir ve kâfirden daha
eşed kâfirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. Elçileriniz
olan Sungur ve Ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. İslamlığımızı
ve inancımızı biliyorlar. Hedefimiz Kefe ve Kırım yönüne iken, Şirvan’dan geri
dönüp tekrar Erzincan’dan o tarafa varmak icap etti. Semerkand’da bulunan
oğlum Muîneddin Muhammed Sultan Bahadır da askeri ile birlikte bana
katılacaktır. İsteğimiz Erzincan’a varmadan ve askerimiz şehirlerinize
girmeden önce Sivas, Malatya, Elbistan, Erzincan ve Kemâh’ın bize
bırakıldığını sağlam bir ahit-nâme ile bildirmenizdir. Sulha muhalif değilim ve
bağlıyım. Bu sulhun bir sûretini Mekke-i Mükerreme’de Bâbü’l-Harâm’da
kapalı muhafaza olunsun ki, kimin bu sulha uyup uymadığı ortaya çıksın. Bu
mektup Sungur, Ahmed ve Hacı Bayezid ile gönderildi.”
Yıldırım Bayezid; savaşın olmaması için Timur’u ikna edebilecek bazı
durumları açıklamayı uygun görmüş, antlaşmaya razı olduğu, belki de bazı ön
şartlarını kabul edebileceği intibaını vermek isteyerek; “...Timûr-i köregen
hazretleri, ilgi uyandıran antlaşmaya dair mektubunuz, ben Sivas’a geldikten
sonra ulaştı. Ben bu sırada antlaşma hazırlığı içerisinde bulunuyordum ki;
Nâgâh(vakitsiz saatte) sulha muhalif bir başka mektup Karaman fesatları
elinden orduyu humâyûnumuza erişti ve antlaşmanın gecikmesine sebep oldu.
Devlet erkânımızdan akıllı kişiler bu durumu şöyle değerlendirdiler.
İkinci mektup ilk karışık dönem sürecinde yazılarak elçi ile gönderildi.
Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları
Karaman topluluğu ki eskiden beri ocağımızın düşmanı olmuşlardır, bunlar
elçimizi öldürüp, fitne iyice ayyuka çıkıncaya kadar mektubu sakladılar.
Musâlaha olacağı ihtimâlini görünce, bu kez bazı rezilleri üzerimize gönderip
bizi şüpheye düşürmüşlerdir. Rezillerin eline düşen mektubun gecikmesinin
sebebi dahi biz olmadığımız hususu malumunuzdur. Bu durumu yaltaklanma
olarak görürseniz hayır, asla düşmandan yüz çevirmek âdetimizden değildir.
Sulh ve cengin cezası ve mükâfatı buna sebep olan tarafa aittir. Eğer bir kimse
fitneye sebep olursa, Allah’u Teâlâ onun cezasını versin...”

Mektuplarda görüldüğü üzere Timur Bayezid'e müslüman Halkı katletmek istemediğini kendisininde yıllarca bu topraklarda Cihad ettiğini anlatıyor.Fakat Yıldırım Timur'u ve ordusunu aşağılıyor ve büyük bir cürretle onları kâfir ilan ediyor.Savaşın olmasını daha çok arzulayan inatla ve akılsızca savaşmayı yeğleyen taraf Bayezid gibi görünüyor.Ayrıca Bayezid'in Timur'a ağır hakaretlerini görebiliyoruz.

Ayrıca Timur'u cani ve katledici olarak göstermeye çalışmanız ama aynı zamanda kendi kardeşlerini katleden Bayezid'i bir kahraman gibi göstermeye çalışmanız çok ama çok saçma.Tarih dediğin objektif olmalı.

Timur saçma tarihçilerin göstermeye çalıştığı gibi cani ve müslüman düşmanı birisi değildir.Cengiz'le karıştırdınız sanırım.Timur müslüman olduğunu iddia ediyorsa bence doğrudur.Hatta Bayezid'in müslümanlığından daha da doğrudur.Çünkü Timur düşmanından korkupta yalan söyleyecek bir yapıya sahip değildir.Müslüman olsa da olmasa da kendisi bir müslüman düşmanı değildir.Müslümanlık başkalarını kâfir ilan etmekle olmuyor.Hele kendi kardeşlerini katletmekle hiç olunmuyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Osmanlı Hûkümdarları

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 2 sayfası Sayfaya git : 1, 2  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Rönesans Krallıkları Alternatif Forumu :: Gerçek Osmanlı :: Osmanlı Tarihi -