Rönesans Krallıkları Alternatif Forumu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Rönesans Krallıkları Alternatif Forumu

RK KRALLIKLAR Rönesans Krallıkları Oyununun Sevenleri Tarafından Yapılan Alternatif Bir Forumdur.
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  Yeni İletilerYeni İletiler  RK Dünya HaritasıRK Dünya Haritası  

Osmanlıda Türk Büyükleri

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedC.tesi Ekim 17, 2009 6:43 pm

Şeyh Edebali (1206 - 1326)

Gerçek bir ilim adamı,din bilgini, tasavvuf erbabı eşi benzeri bulunamayacak yönlendirici kişiliği olan bir insandı.
Osman Bey in kayınpederi olması Orhan Beyinde onun bilgisiyle yetişmesini sağlamış,
Osmanlı İmparatorluğunun manevi kurucusudur diyebileceğimiz tek insandır.

Arkadaşlar heryerde genel olarak tarihteki büyüklerimizin bilgilerini bulabiliriz.
Burada ayrıca tarihlerini yazmamıza gerek bulmuyorum.
Daha ziyade insanlar üzerinde yaptıkları etkiyi araştırıp atalarımıza verdikleri güç ve kudretin sırrını çözmeliyiz.

Buna örnek olarak :
EY OĞUL !
Diye başlayan Osman Gaziye verdiği nasihati gösterebiliriz...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
EmirBerkKorkmaz

EmirBerkKorkmaz



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedC.tesi Ekim 17, 2009 11:42 pm

Devam ettirebilir miyim?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 5:18 am

Tabiiki Emir im ne demek bu bölüm bu yüzden açıldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 6:08 am

Yûnus Emre (1240 - 1321)

Hak Bir Gönül Verdi Bana

Hak bir gönül verdi bana
Ha demeden hayrân olur
Bir dem gelir şâdân olur
Bir dem gelir giryân olur

Bir dem sanasın kış gibi
Şol zemheri olmuş gibi
Bir dem beşâretden doğar
Hoş bağ ile bostân olur

Bir dem gelir söyleyemez
Bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker
Dertlilere dermân olur

Bir dem çıkar arş üzere
Bir dem iner taht-es-serâ
Bir dem sanasın katredir
Bir dem taşar ummân olur

Bir dem cehâletde kalır
Hiç nesneyi bilmez olur
Bir dem dalar hikmetlere
Câlînus u Lokmân olur

Bir dem dev olur yâ peri
Vîrâneler olur yeri
Bir dem uçar Belkîs ile
Sultân-ı ins ü cân olur

Bir dem varır mescidlere
Yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre girer
İncil okur ruhbân olur

Bir dem gelir Îsâ gibi
Ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine
Fir'avn ile Hâmân olur

Bir dem döner Cebrâil'e
Rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrâh olur
Miskin Yunus hayrân olur


Yunus Emre

Arkadaşlar sadece bu şiiri bile o zamanda yaşayan atalarımıza ne derecede etki yaptığını bir düşünelim...
Günümüze kadar hiç bozulmadan gelen yalın ve mükemmel Türkçesiyle şiirleri aşikardır...
Ayrıca dervişlik nasıl olur düşünce tarzını anlatımında Yunus Emre yi
yaşantısı ve çevre ilişkileriyle insanlar üzrindeki etkisini açıkça büyük bir kanıt olarak gösterebiliriz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
EmirBerkKorkmaz

EmirBerkKorkmaz



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedPaz Ekim 18, 2009 10:52 am

Molla Gürâni (1410-1488)

Molla Gürâni (d. 1410 - ö. 1488), İslam âlimi, dördüncü Osmanlışeyhülislâmı. Tam ismi,
Ahmed bin İsmâil bin Osman Gürânî`dir. 1410 yılında Suriye'nin Güran kasabasına bağlı bir köyde dünyaya geldi. 1488 yılında İstanbul'da vefat etti. Molla Gürani Osmanlı sarayı ve halkı tarafından çok sevilen ve sayılan değerli bir şahsiyetti. Fatih Sultan Mehmed henüz şehzade iken hocalığını yapmıştır. Cenaze namazı bizzat II. Bayezid tarafından kıldırılmıştır.

-İlmi

Küçük yaşta Kur'an'ı ezberledi. Bilgisini artırmak için Bağdat,
Diyarbakır, Hıns ve Hayfa şehirlerine gitti. On yedi yaşında Şam'a
giderek oradaki alimlerden dersler aldı. Kahire'de kıraat, tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerini öğrendi. Dönemim ünlü alimi İbn-i Hacer Askalani'den hadis ve fıkıh dersleri aldı. Sahih-i Buhari'nin eserlerini çalıştı.

Kahire'de ders vermeye başladı. Zamanla tanınan ve sayılan bir alim oldu. Şam'da dersler verdi. Daha sonra Molla Yegan'ın teklifi üzerine İstanbul'a geldi. Bu dönemde Şafii mezhebinden Hanefi mezhebine geçti. Molla Yegan tarafından II. Murad
ile tanıştırıldı. II. Murad onu önce dedesi Murad-ı Hüdavendigar
Gazi'nin medresesine atadı. Sonradan Yıldırım Medresesi'ne tayin etti.

Taviz vermez tavrı padişahın hoşuna gitmişti. Molla Gürani'ye
gerekirse şehzadeyi dövebileceğini bile ima etti ancak Gürani buna
gerek kalmadan kısa zamanda Şehzade Mehmed'i dizginlemeyi başardı.

Şehzade hocasına büyük bir sevgi besliyor saygıda kusur etmiyordu. Onun sayesinde kısa zamanda Kur'an
hatmetti ve birçok alanda bilgi sahibi oldu. II. Murad oğlunun Kur'an'ı
hatmettiğini duyunca Molla Gürani'ye büyük miktarda mal ve para armağan
etti.
-Fatih'in Padişah Olduğu Dönem
II. Mehmed padişah olunca Molla Gürani'yi vezir yapmak istedi.
Gürani, bu makam için bekleyen ve çok çalışan birçok değerli insan
olduğunu, kendisinin vezir olmasının onların şevkini kıracağını ve
padişaha faydadan çok zarar getireceğini söyleyerek bu teklifi kabul
etmedi. Kadaskerlik, müderrislik ve Bursa kadılığı yaptı. Bir müddet Mısır Sultanı Kayıtbay'ın yanında bulundu. Fatih'in geri çağırması üzerine İstanbul'a döndü ve yeniden kadaskerlik ve Bursa Kadılığı yaptı.

1480 yılında dördüncü Osmanlı şeyhülislamı oldu. Adaleti ve dürüstlüğü ile herkesin sevgisini kazandı. Dört cami, bir Dar-ül HadisMedresesi, bir hamam inşa ettirdi. Dersler vermeye devam etti.
Molla uzun boylu, gür sakallı, vakur ve heybetliydi. Saraya pek sık
gitmez, vezirlere isimleri ile hitap ederdi. Bir bayram günü padişah
saraya davet edince çamuru bahane ederek gitmek istemedi. Padişah onun
gelmesinin kendileri için bir bayram olduğunu söyledi ve sarayın
sahanlığına kadar at sırtında girmesine müsade etti.

Fâtih Sultan Mehmed'e çok nasîhat eder, işlerinde yardımcı olurdu.
Ona karşı duyduğu samîmi sevgi ve alâka sebebiyle, yeri geldikçe tenkid
etmekten de çekinmezdi.
-Vefatı
Molla sekiz sene şeyhülislamlık yaptıktan sonra rahatsızlandı.
İstanbul'daki konağında kendisine bir yatak hazırlattı. Yanına toplanan
hafız öğrencilerine "Bugün üstünüzde olan hakkımı ödeme gününüzdür," dedi. Aynı gün kendisi ölene kadar Kur'an okumalarını istedi. Vezirlerden Davud Paşa ağlıyordu. Molla ona "Ey
Dâvûd, kendi hâline ağla! Ben dünyâda rahat ve huzûr içinde yaşadım.
Allahü teâlâdan ümîdim odur ki, ömrümün sonunda da, son nefeste de
selâmet üzere olurum," dedi. Cenaze namazını II. Bayezid'in
kıldırmasını ve borçlarını ödemesini vasiyet etti. Ayrıca mezarı başına
getirilince ayağından çekilerek mezara konulmasını vasiyet etti.

1488 yılının kışında bir ikindi
vakti vefat etti. II. Beyazıd cenaze namazını kıldırdı ve kalan
borçlarını ödedi. Ancak kimse ayağından sürüklemeye cesaret edemedi.
Hasır üzerinde taşınarak mezarına kondu.

Kabri, Aksaray - Topkapı arasındaki Fındıkzade semtinde bulunan kendi yaptırdığı camiinin önündedir.
molla gürani mısırda yaşadığında fatih sultan mehmet tarafından
tanınıp babası sultan 2.murat hanın huzuruna getirtilip
tanıştırılmıştır. daha sonra onun ilminin çok büyük olduğu anlaşılıp
devlet içerisinde şeyhülislamlığa kadar yükselmiştir.
Ayrıca eserleri de mevcuttur.-Eserleri

  • Gâyet-ül-Emânî fî Tefsîr-i Seb'il-Mesânî
  • El-Kevser-ül-Cârî alâ Riyâd-il-Buhârî (Sahîh-i Buhârî'ye yazdığı şerh)
  • Şâtıbiyye Kasîdesi'nin Ca'berî şerhine dair bir hâşiye
  • Keşf-ül-Esrâr an Kırâat-il-Eimmet-il-Ahyâr
  • Şerh-i Cem'ul-Cevâmi (fıkıh usulüne dâir)
  • Arûz ilmiyle ilgili bir kasîde
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedPtsi Ekim 19, 2009 6:06 am

Mevlana (1207-1273 )

Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun hemen öncesinde yaşayan Mevlana, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre’nin biyografileri incelendiğinde sevgi, hoşgörü ve barış kavramlarıyla bağdaştıkları görülmektedir.

Ansiklopedilere göre Mevlana; 1207-1273 yılları arasında Malatya, Erzincan, Akşehir, Karaman ve son olarak Konya’da, Hacı Bektaş Veli; 1210-1271 yılları arasında Sivas, Amasya, Sulucakarahöyük ve son olarak Nevşehir Hacıbektaş’ta, Yunus Emre; 1240-1320 yılları arasında Erzurum, Sivas, Karaman, Afyon, Bursa, Isparta ve Porsuk çayının Sakarya nehrine döküldüğü Sarıköy’de yaşamıştır.


Ahmet Yesevi ve Taptuk Emre gibi, onlar da, iletişimin ve ulaşımın iyi düzeyde olmadığı o yıllarda, Anadolu’nun bir çok bölgesinde bulunmuşlar ve sevgi tohumlarını yerleştirmişlerdir.

Zira onların yaşadığı yıllarda Moğol ordularının saldırıları sonucunda Anadolu’da düzen bozulmuş, insanlar umutsuzluğa kapılmışlardır.

Anadolu’da böylesine siyasal çalkantılardan sonra ortaya çıkan ve “Gel, ne olursan ol, yine gel” diyen Mevlana’yı, “İncinsen de incitme” diyen Hacı Bektaş Veli’yi ve “Yaratılanı sev, yaratandan ötürü” diyen Yunus Emre’yi bugünkü Türk toplumu, hatta tüm dünya tanımaktadır. Sadece bu özdeyişler, onların kimliğini en yalın anlamıyla göstermeye yeterli gelebilmektedir.

Onlar ki, insanların mutlu olabilmesi için lazım gelen dostluğu ve güzellikleri ön plana çıkarmışlar, yaşadıkları dönemin mevcut iletişim olanaklarını kullanarak çevrelerini etkilemişlerdir.

Bazen halkın ayağına gitmişler, bazen halk onları dinlemek için gelmiştir. Yazdıkları şiirler en etkili ve kalıcı olanlardır. Tema olarak, en çok insan sevgisini işlemişlerdir. Aslında “sevgi” kavramını o kadar öne çıkarmışlardır ki, felsefeleri, tüm canlı ve cansızlara karşı sevgi ve saygı gösterme temeline dayanır. Ayrıca “iyilik” kavramı, onlarla ön plana çıkartılmıştır. Kötülük olmasa iyilikten, iyilik olmasa kötülükten söz edilemeyeceği dile getirilmiştir. İyiliğin değerinin, ancak kötülüğün varlığı ile anlaşılabileceği ortaya konmuştu
Yine Râb ve aşkı konu edinmişler ve sevgilerini tasavvufi şiirlerle anlatmışlardır.


Onları bugünlere kadar taşıyan en önemli yanları; en derin düşünceleri, en ince duyguları kolaylıkla dile getirebilme özelliklerine sahip oluşlarıdır.

Hiçbir zaman yönetime ve siyasal yapıya müdahale yönüne gitmemişlerdir. O görevlerde bulunanların da bir insan olduğunu göz önünde bulundurarak yalnız ve yalnız sevgiyi, saygıyı, iyilik ve doğruluğu anlatmışlardır. Bu kavramların olduğu toplumlarda çekişme ve çatışmanın da olmayacağına inanmışlardır.

Nitekim yaşadıkları dönemin hemen arkasından 1299 yılında Osmanlı Devletinin kurulduğunu görüyoruz. Kendileri gibi, gerek onların hocaları, gerekse öğrencileri döneme o denli damgalarını vurmuşlardır ki dünya güzellikleri ile dolu ortamda Osmanlı İmparatorluğu büyük bir hızla “yükselme dönemine” girmiştir.


Yüzyıllardan beri varlığını sürdüren asil Türk milleti bugün, içinde bulunduğu olumsuz koşullar nedeniyle bir türlü iç dünya güzelliklerini yakalayamamaktadır. Bir yabancının gözlemi bu varsayımı doğrular niteliktedir: “Siz bir kapıdan geçerken, önceliği hep birbirinize verirsiniz. Ama trafikte hiç de öyle değilsiniz.”

Yine bu konuyla ilgili ilginç bir yakıştırma ile de karşı karşıya bırakılırız: “Misafirlerinize olduğundan fazla ikram yaparsınız. Ama iş icabı gelenlere ‘bugün git, yarın gel’ dersiniz.”

ATO Başkanı Sinan Aygün’ün, bir bilimsel toplantıda söyledikleri maalesef bu ifadelerle paralellik göstermektedir. “Türk insanının yarısı devletle, üçte biri birbirleriyle davalı durumdadır.”

Bütün bunlar şu anlama da gelmektedir. Bizler birbirimize karşı güler yüzlü olmaya çalışıyor(muş) gibi yapıyoruz. Ama gerçek, hiç de öyle değil.

Türk insanı 20.yüzyılın ilk yarısını savaşlarla, ikinci yarısını da terör, ekonomik kriz ve bazı felaketlerle geçirdi. Adeta yüzü gülmeyen bir toplum olduk. Yaşadığımız kasvet, çevremizdeki güzellikleri görmemize engel oldu. Bize bu güzellikleri göstermeleri için, hep siyasetten medet umduk. Başta kendimize inanmadık. Çevremize güvenmedik. Sevgiyi unuttuk. Halbuki 700 yıl önce insan sevgisi, hatta canlı cansız her şeye sevgi ön plandaydı. Her şeyin bir “canı” olduğu ve incitilmemesi gerektiği vurgulanıyordu.

Kılıç yarasının tedavi edilebileceği, ancak gönül yıkmanın telafisinin zor olduğu ifadesi, insana saygının güzel bir örneğidir. Yaratılanı sev, yaratandan ötürü denilirken, Tanrının himayesi altında insanların birbirlerini sevmeleri gerektiği dile getirilmiştir.

“Gelin tanışık edelim, işin kolayını tutalım/ Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” derken ifade edilen “tanışıklık etmek”, “işi kolaylaştırmak”, “sevmek-sevilmek” ve “dünyadan göç etmek” kavramları insanoğlu için çok önemli anlamlar ifade etmektedir. Aslında günümüz insanları bu dört kavram üzerine yoğunlaşırsa 700 yıl önceki mesajın, o yıllarda yaşayan insanlar üzerindeki anlamını daha iyi kavrayacaktır. İki mısra ile koca bir yaşam özetlenmekte, çevreye sevgi ve barış kıvılcımları yayılmaktadır.

“Ne olursan ol, gel” derken insanlar arası ayrımın olmadığı net bir tavırla sergilenmekte, konuyla ilgili tereddütler ortadan kalkmaktadır.

Dilin, onun bunun aleyhinde oynatılmayacağı, yalan söylenmeyeceği, laf alıp götürmenin doğru olmadığı, kinin yürekte tutulmaması, fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olunmaması gerektiği hep o dönemin söylemleridir.

“Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız” sözü, iç barışın sağlanması isteğini en güzel biçimde ifade etmektedir.

İşte bu sevgi, hoşgörü ve barış kıvılcımlarıdır ki yaşanılan toplumda güzelliklere, bunun sonucu olarak da yeni bir imparatorluğun doğmasına ve yükselmesine yol açmıştır.
Kişiler arası ilişkilerde daha az problemin yaşandığı bir ortam yaratılması, dostluğun, hep bir adım önde tutulması, kin ve nefret yerine sevgi ve hoşgörünün boy göstermesi, keza bize bakan gözleri bizim de görmemiz, pişmanlıklar içinde yuvarlanmamız için gönül kırmama gereğimiz...

Anlamını yitiren bir yaşam için arayışa geçmenin gerekliliğini, arayış sonunda uyanışın mümkün olabileceğini, uyuyanın, uyuduğunu bilmezse, gördüğünün rüya olduğunu anlayamayacağını, bunun için anlamlı ve coşkulu bir yarın yaratmak için niyet etmenin şart olduğunu hep onlarla yeniden hatırlıyoruz.

Kişinin kendi potansiyeline inanarak, kendisinden korkmadan, kendini gerçekleştirme yolunda yaşaması gerektiğinin farkına yine onlarla varıyoruz.


Din, insanlar için hava kadar gereklidir. Ama nedense hava kavramı için -belki kimya biliminden başka- pek söz edilmez. Ancak din konusunda -ilahiyatçı olsun olmasın- herkes bir şeyler söylemektedir. Bu durum, annenin tabak elinde sokakta çocuğunun ağzına bir lokma tıkıştırmasına benzemektedir. Oysa küçük de olsa aç çocuk, içgüdüsel olarak önüne getirilen yemeği yiyecektir. Dinin de bu şekilde empoze edilmesi toplumumuzda antipati yaratmaktadır. Her an soluduğumuz hava nasıl gündemimizde değilse, her an içimizde olan din duygusu da başkalarının gündeminden çıkarılmalıdır. Eğer olacaksa sadece konunun uzmanları olan ilahiyatçıların gündeminde olmalıdır. O öyle bir duygudur ki, onu arayan kendisi bulabilecektir. Kimse, kimsenin din amiri olmamalıdır.

Küçük bir çocuğun, koltuğun üzerine çıkma çabasını izleyen büyüklerin, hemen çocuğu tutarak koltuğa çıkarmaları büyük bir hatadır.
Çünki çocuğu, hem kendi gayretiyle koltuğa çıkma mutluluğundan mahrum bırakıyoruz, hem de ilerisi için kendi ayakları üstünde durması konusunda yardımcı olmuyoruz.
Bugün Eskişehir’de üniversite eğitimi gören kızını, akşamdan yetiştiremediği dersini tamamlaması için Ankara’da oturan annesinin sabah saat altı buçukta telefonla uyandırması sadece bir dayanışma olarak açıklanabilir mi? Bu genç, bütün yaşamını birilerinin yönlendirmesiyle mi sürdürecek?

Din konusu da böyledir. Kişi, din duygularını doya doya kendisi tatmalıdır. Başkaları tarafından empoze edilirse antipati yaratabilir. Bu nedenle yetkisiz kişilerin gündeminden çıkarılmalı ve onun getireceği güzellikleri insanlarımız bizzat duyarak yaşamalıdır.

“Ben yaşadıkça Kuran’ın bendesiyim/ Ben Hz.Muhammet’in ayağının tozuyum” diyen Mevlana, dinsel sevgisini adres göstererek ifade etmekte, “Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini” diyerek öğüt vermekte ve “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyerek bu konudaki fikirlerinin altına imzasını koymaktadır.

Yunus Emre’ye göre kendini seven Tanrıyı, Tanrıyı seven de kendini sever. Çünkü sevgi kendini başkasında, başkasını kendinde bulmaktır. Sevginin olmadığı yerde, öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar.

Hacı Bektaş Veli’ye göre kişi, ilahi bir özle donatılmıştır. O’na göre sevgi, insanı olgunlaştıran bir öğedir ve Tanrıya ancak sevgiyle ulaşılır.


Moğol ordularının saldırıları karşısında zor durumda kalan Anadolu’da nasıl umutsuzluk yerine umut, kin yerine sevgi, savaş yerine barış, düşmanlık yerine kardeşlik tohumları atılmış ve dostluk galip gelmişse, bugünün Türkiye’sinde de savaşların, ekonomik krizlerin, terörün, iç çatışmaların, bölücü unsurların karşısında yine dostluk galip gelecektir.

Bu özgüveni artık kendimizde görüyoruz ve son söz olarak Dale Carnegie’ye kulak veriyoruz:

“Yıllar önce Kuzeybatı Missouri’de orman yolunda çıplak ayakla köy yoluna giden bir çocukken güneş ve rüzgar hakkında bir masal okumuştum. Güneş ile rüzgar hangisinin daha güçlü olduğu konusunda tartışırlar ve rüzgar, “sana benim daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım” der. “Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun, hani şu üstünde palto olan adamı. Bahse girerim o paltoyu üstünden senden çok daha çabuk alabilirim”. Bu denemeye razı olan güneş bir bulutun arkasına gizlenir ve rüzgar bir fırtına gücüyle esmeye başlar. Ancak rüzgar şiddetini ne kadar arttırırsa yaşlı adam da paltosuna o kadar sarınır. Sonunda rüzgar pes edip durulur ve güneş bulutların arkasından çıkarak yaşlı adama sıcacık gülümser. Bunu gören yaşlı adamın yüzünde bir hoşnutluk ifadesi belirir ve paltosunu çıkarır. İddiayı kazanan güneş rüzgara, “dostluk ve nazikliktir” der, “her zaman haşinlik ve zorbalıktan daha güçlü olan.”


O halde biz de başlayalım mı?

En az üç kişiye selam vererek...

İyi günler dileyerek...

Hal hatır sorarak...

Ve de her yeni günün başlangıcında;

“Dün kendim ve başkaları için iyi, güzel, faydalı ne yaptım” diye kendimizi sorgulayarak...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedSalı Ekim 20, 2009 3:42 pm

Emir Sultan (1367-1429)

Bizim tarihimizde İslam’ın yayılması konusunda yaşayış ve sohbetleri ile, kılıçtan daha ziyade etkili olmuş, insanların gönülden İslam’a bağlanmasına, guruplar halinde İslam’a girmesine, çağ açıp çağ kapayan sultanların yetişmesine, tarihin akışının deiştirilmesine ve asırlarca insanlara Ruhaniyetleriyle yön verdiğine inanılan büyük insanlar ve veliler vardır.

İşte bu büyük insanlardan birisi de Emir Sultan Hazretleridir. Gönüllere huzur veren İslam’ın yeryüzüne yayılması mücadelesinde Anadolu asker fatihleri yanında alp-erenler diye bilnen (Ahmet Yesevi, Yunus Emre gibi) tasavvuf erbabı alim ve arif kişilerin, mü’min ve mü’tekit sanatkarların da büyük rolü vardır. Bunlar Anadolu’nun iknci fatihi ve gerçek anlamda Anadolu’yu aydınlatanlardır.

Nitekim, eski Kültür bakanlığı Müsteşarlarından Mehmet Önder Bey Anadolu’yu Aydınlatanlar adlı kitabında şöyle diyor:

1082 yılında Süleyman Şah Tarsusu fetheder-etmez Trablusşam Hükümdarı İbni Ammara bir mektup yazarak fethettiği şehre bir kadı ve bir hatip gönderilmesini ister. Birkaç gün sonra Tarsusa gelen kadı ve hatipe:

Biz din-i İslam için bir cihad açtık. Buraları idare altına aldık. Sizler bu fethi tamamlayacak, biriniz halka adalet dağıtırken, diğeriniz gönülleri yıkayacak, imanla dolduracaksınız. Sizin göreviniz bizimkinden daha üstün ve daha kutsaldır. Diyerek bilgi, ilim ve irfanıyla Anadolu’yu aydınlatmalarını ister.

Uzunca bir cümleyle özetlemek gerekirse, 1367’de Buhara’da doğup, 1429’da Bursa’da vefat eden Emir Sultan Hz.leri iyi bir tahsil ve terbiye görmüş, ilmini artırmak ve hac vazifesini yapmak için Mekke-Medine’ye gitmiş, Hz.Hüseyin'in neslinden, peygamber sülalesinden olduğu haber verilen yüce bir velidir. Yıldırım Bayezid'e damat olmuş, İslam'ın hükümlerini, O'na karşı söylemekten hiç çekinmemiş, idaresinde adaletli davranmasını ve İslam birliğini kurmayı öğütlemiş, Anadolu Türk Beylikleri arasındaki dostluk, kardeşlik, birlik ve beraberliği, sulh ve sükunu sağlamakla kendisini manen görevli hissetmiş ve bunun için çalışmlış, yanında yolunu izleyen müridleriyle birlikte bunları ziyaret edip düşüncesini anlatmış, birlikten kuvvet doğar demişti. Her ikisi de müslüman olan, Timur ile Yıdırm'ın savaşmaması, müslüman kanının dökülmemesi için çok gayret etmiş ama takdiri ilahi muvaffak olamamıştı.1402 Ankara Savaşı’nda Timur tarafından esir edilmiş, Timur'la görüşmüş, Timur O'nun ilmine, irfanına ve güzel ahlakına hayran olmuş Bursa'ya dönmesine izin vermişti. Yıldırım Bayezit, Çelebi Mehmet ve 2. Murat dönemlerinde yaşayan Emir Sultan Hz.leri, II. Murat zamanında da Osmanlı Sarayı’nda saygı görmüş, padişaha kılıç kuşatmş, 1422 İstanbul kuşatmasına beşyüz kadar müridiyle bizzat katılmış, ordunun manevi gücü ve desteği olmulştu. Anadolu'nun müslümanlaşmasında Emir Sultan, sözleri ve öğütleriyle Anadoluya aydınlık getiren, özü sözü doğru bir mürşidi olmuştu.

Hergün yüzlerce insanın ziyaret ederek gönüllerini yıkayıp, ruhlanı serinlettikleri Emir Sultan'ın türbesi ve Camii eşi Hundi Hatun tarafından yapılmıştır. 1795'te zelzeleden zarar gördüğü için 3. Selim tarafından yeniden yaptırılan ve çevresi medrese, hamam, ,misafirhane gibi hayır müesseseleriyle donatılan türbede Emir Sultan Hz.leri ile birlikte hanımı Hundi Hatun, iki kızı ve oğlu Emir Ali bulundurmaktadır.

Kaynaklada da İmralı Adası'nın adını Emir Ali'den aldığı yazılmaktadır. Rivayete göre Emir Ali Bursa'nın Timur tarafindan işgali sırasında, Timur'un adamlan tarafından kandırılarak İmralı adasına kaçrılmış, etrafına topladığı epeyce bir güruhla birlikte Osmanlı Devleti aleyhine çalıştırılmıştı. Oğlunun bu durumu kendisine haber verildiğinde Emir Sultan Hz.leri onun ölümü için dua etmiş ve Yadigarı Şemsi adlı kitapta verilen bilgiye göre ölümü o gece vuku bulmuştu. Cenazesi daha sonra annesi tarafından Bursa'ya getirilerek babasının yanına bu türbeye defnedilmişti.

Devletin selameti için evladını feda edebilmek ne yüce duygu, ne büyük mürüvvet ya Rab!.. İşte büyük insan ve işte büyük insana yakışan hareket...

Emir Sultan Hz.leri ilk tahsilini her şeyiyle müsüimanlığın yaşandığı aile ocağında görmüştür. O'nun ilk hocası yukarıda vasıflarını saymaya çalıştığımız Allah Rasulünü kendisine rehber edinmiş bulunan babası Emir Külal Hz.leridir. Emir Külal Hz.leri, daha küçük yaşta, yedi yaşında iken annesi vefat edip öksüz kalan oğlu Muhammed Şemseddin'in örnek bir insan olarak yetişmesi için elinden gelen gayreti gösteriyordu. O, oğlunu İslam Dininin özünde var olan ve tasavvufun esaslanndan sayılan, yüksek insan sevgisi ile yetiştirmeye çalışıyordu.

İşin ilim ve ahlak yönünü ihmal ettneyen Emir Külal Hz.leri bunun yanında O'nun dünyalığıni da ihmal etmiyordu. O'nu namerde muhtaç, etmemek için elinden gelen gayreti sarfediyordu. Oğluna kendi mesleği olan çömlekçiliği öğretiyordu. Böylece dinimizin dünya-ahiret dengesini ihmal etmemiş oluyordu. "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalşırken hemen ölecekmiş gibi ahiretiniz için çalışın." hikmetini oğlu üzerinde gösteriyordu. Zira O, biliyordu ki, gerçek müslümanlar "Dünyada kalacağınız kadar dünya için, ahirette kalacağınız kadar ahiretiniz için çalışın." hadis-i peygamberini unutmayan ve hayatlanni buna göre ayarlayarak yaşayanlardır. Terazinin bir kefesini alabildiğine doldururken diğerini boş bırakmak, ayrılacağımız yeri alabildiğine tamir ederken mutlaka gideceğimiz yerimizi tahrif etmek akıllı ve hesabnı bilen kişilerin işi değildir.

Emir Külal Hz.leri insanları seviyor ve onlara, hizmet etmekten haz duyuyordu. İnsanoğlu yaratılmışların en seçkinidir; sevilmeye, hizmet edilmeye, musamaha gösterilmeye layıktır inancına sahipti. Yine O biliyordu ki, insanoğlu titizlikle terbiye edilip, yetiştirilirse Cevher saçan hikmet sahibi birisi olur. İhmal edildiği zaman ise başıboş vahşi bir canavar haline gelir. Allah (cc) insanoğlunu her ortama uyabilme kaabiliyetinde yaratmıştır. Yaratılmışların en mükerremi, en mükemmeli, en iyisi olan insan, eğer eğitilmez, elinden tutulup doğru yol gösterilnez ise alçaklarm en alçağı durumuna düşebilecek yaratılıştadır.

İşte bu ince sırrı çok iyi bilen Emir Külal Hz.leri, adeta oğlunun gelecekte yükleneceği önemli görevleri biliyor ve oğlunu ona göre yetiştiriyordu. İnsanları sevsin; darda, sıkıntıda kalanların yardımına koşsun, insanlara hizmet etmeyi bir ibadet sevgisi ile yapsın diye oğlunun terbiyesine büyük önem veriyordu.

Seyyid Emir Külal Hz.leri keşif ehli birisiydi. Keşfi açık olan yüce ruhlu ve ince duygulu kişiler perdeler kalkınca Allah'ın izniyle geleceğe ait görülebilecek olanlan görürlerdi.


Terbiye insani insan eden, insani Allah yanında da kulları yanında da sayılan, sevilen ve övülen bir kimse haıine getiren, insan ile hayvan arasında en büyük fark olan önemli bir sıfattır. Ahlak, karakter, seciye, huy, edep gibi eş anlamları da olan terbiye, ilk olarak aile ocağında alınır; okulda geliştirilir; toplumda meyvesini verme haline gelir. Diğer bir tabirle aile, okul ve toplum edebin, terbiyenin verildiği yerlerdir. Temel ailedir. 'Temelin sağlam olması halinde diğer tarafların ona uyacağı bilinen bir gerçektir.

Sevgili Peygamberimiz babanın çocuklarına bırakabileceği en güzel hediye, en büyük, mirasın edep ve terbiye olduğunu haber vermişlerdir. Allah korkusu, peygamber sevgisi ve ahiret inancı olmadan terbiye diye öğretilen modern bazı görgü kurallarının da fayda sağlamayacağına işaret vermişlerdir. "Çocuklarınızı güzel terbiye edin." “Hiçbir baba evladına güzel terbiyeden daha iyi bir miras bırakmış olamaz." "Çocuklarınıza ikram edin ve terbiyelerini güzel yapın." Çocuklarınıza ve aile halkınıza hayır öğretin; onları edepli yetiştirin. "Kişi öldükten sonra geride biraktığı şeylerin en hayırlısı, kendisine dua eden hayırlı bir evlattır." "Çocuklarınzı şu üç haslet üzere terbiye ediniz; buyurarak dünya hayatının süsü, zineti, meyvesi, gülü sembolü olan Rabbımızın emanetlerini iyi yetiştirmemizi biz ümmetlerine bifldirmişlerdir.

Hayatta örneği, önderi Hazreti peygamber olan , Şeyh Emir Külal Hz.leri oğlunu iyi yetiştiriyor, onu güzel terbiye ediyordu. O'na para-pul, makam-mevki, şan-şöhret sevgisi değil; Allah sevgisi, peygamber sevgisi ve O'nun ashabının sevgisini ögretiyordu. İyi veya kötü dünyada yapılan her şeyin karşılığını mutlaka görüleceği ahiret inancını öğretiyordu. Çünkü O, biliyordu ki, yetişen nesillerin bozulmalarının sebebi onları ihmal eden, onlara dinlerini, onun farz ve sünnetlerini öğretmeyen ve öğretmeyi ihmal eden babalardır. Emir Külal Hz.leri bu düşünceyi etrafına telkin ediyor ve kendisi de eksiksiz olarak oğlu üzerinde tatbikat ediyordu.

İşte O'nun oğluna verdiği nasihatlardan bir örnek:

Oğlum Peygamberi anandan ve babandan daha çok seveceksin. Soyunla öğünmeyeceksin. Ağzından hiç yalan çıkmayacak; her gününü son gününmüş gibi tamamlamaya çalışacaksın. İlim öğrenecek ve bunda asla üşenmeyeceksin. Ak sakallı yaşlı da olsan kılıç çekmeyi, düşmana karşı cihad etmeyi hiç elden bırakmayacaksın. Selamsız hiçbir topluluğa girmeyeceksin. Nikahsız kadınla oturmayacaksın. Hadisler sana yol gösterecek; Hazreti Kur'an ise senin rehberin olacak.

Oğlum! hayat her şeyi ve her yanıyla senin için bir mekteptir. Hayra koş; kötülükten kaçın. Unutma ki en büyük silahın Hz. Allah'a ettiğin duan olacaktır."

İşte görüldüğü gibi küçük Muhammed Şemseddin, geleceğin Emir Sultan'ı, bu öğütlerin ışığında, dinin inceliklerinin yaşandığı bir ailede, Emir Külal gibi muhterem bir babanın yanında terbiye gördü. Ayrıca Emir Sultan Hz.leri, babasının önde gelen müritlerinden Şeyh İsa ve benzeri zamanın ünlü mutasavvıflarının da sohbetlerinde bulunarak olgunlaşıyordu. İleride yıkılmaya yüz tutan genç Osmanlı devletinin ıslahında padişahlara, ülemaya ve ümeraya, ilim adamlarına verdiği nasihatları ile büyük rolü olacak Emir Sultan Hz.leri işte böyle yetişjyordu.

Evladına vermek istediği terbiyeyi kişi önce kendisi yaşamalıdır. Yavrum şunu şöyle yap veya yapma diyen kişi şayet kendisi hayatında uygulamıyorsa bu terbiyesi etkili olmaz. Ayrıca "Ey insanlar! Niçin yapmadığınız (yaşayamadığınız) şeyi yapın diye söylüyorsunuz. Anlamındaki emri ilahiye de karşı gelmiş olunur.

Şeyh Emir Külal Hz.leri gelecekte din ve millet için büyük hizmetleri vermesini istediği oğlunu gerçek bir mü’min olarak yetiştiriyordu. Küçük şemseddin, kendisi üzreinde unutulmaz ve tatlı hatıralar bırakan babasını ilgiyle izliyordu. Kendisini aç-susuz bırakmamak için toprak eleyen, çamur karan, çamuru işlenecek hale getirebilmek için, eliyle, ayağıyla yoğuran, sonra da çömlek yapmak için çarkını döndüren babayı görüyordu. Ve onu örnek alabilmek için dikkatle takip ediyordu. Babasının bütün bu işleri yaparken bir an bile Allah’ı zikretmeden, O’nu düşünmekte geri durmadığını, gafil olmadığını görüyordu. Kısaca O, daha çocuk yaşta iken kafa kafaya veren çömleklerle beraber, babası etrafında halka halka olup; İlimden, irfandan, hikmetten, saadetten bahseden dervişleri birlikte görüyordu. Dünya ile ahireti bir yürüten, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışırken hemen ölecekmiş gibi ahiret için hazırlık görmeyi ihmal etmeyen, madde ile manayı, birlikte yürüten manevi bir hatayı teneffüs ederek büyüyordu.Bu manevi baharda güller açacaktı, bülbüller ötecekti.

Neden Şemseddin de bir bülbül olmasındı? İslam’ın gül bahçesinde şakımasındı? Demirci dükkanında bulunan is kokusu, misk satan attarın yanında bulunana misk kokusu siner derler. Küçük Muhammed Şemseddin misk kokusu ile yetişiyordu. Hakkın istediği şekilde dünya ahiret dengesini alarak, dünyada ahiret hayatını kazanmak, Allah'a kul olmak. O'nun rızasına uygun olarak yaşamanın huzur ve mutluluğun kaynağı olduğu şuuruna ermiş bulunarak yetişiyordu.

Evet küçük Şemseddin geleceğin gönüller sultanı, Emir Sultan Hz.leri babasının irşadı ile zor olana talip olmuş,mayasındaki olgunlukla asil cevherini işletecek, süsleyecek olgunlukların elde edilmesine gayret etmiştir.

Emir Sultan Hz.leri daha küçük yaşlarda iken Allah tarafından manevi yüceliklere eriştirilmiştir. Daha o yaşlarda iken yüce bir şahsiyet olacağına kesin gözüyle bakılır olmuştur.

O, henüz yedi yaşlarında iken keramet ehli kişilerden birisi olan babası Emir Külal H.lerine, O’nu seven, kerametlerine birisi gelir. Suyu kesildiği için, suyunun kaynakları kuruduğu için bahçesindeki meyve ve sebzelerini sulayamadığını, bahçesinin kurumaya yüz yana yakıla anlatır. Ve suyunun tekrar akması, bu madur durumdan kurtulması için kendisine dua etmesini mahzun bir eda ile ister.

Anlatılanları dinleyen Muhammed Şemseddin derhal abdest alır ve anlatılan bahçeye gider. Allah rızası için iki rekat namaz kıldıktan sonra çocuk kabinin saflığı, tazeliği, derinliği ve samiyetten doğan cüreti içinde cenabı Allah’a öyle bir yalvarır öyle bir yakarır ki, bu yalvarış neticesinde kaynağı kurumuş olan su tekrar akmaya başlar.

Emir Külal Hz.leri bir müddet sonra bahçe sahibi ile birlikte bahçeye geldiğinde suyun akdığını görünce şaşırırlar. Sorup soruştururlar. Görenlerin tariflerinden küçük Şemseddin’in bahçeye eldiğini ve dua ettiğini anlarlar.

Görüldüğü gibi Emir Sultan Hz.leri daha küçük yaşta iken kerametini göstermiştir.

Doğumundan itibaren babası Emir Külal Hz.leri gibi sahih nikah ve helal lokmaya büyük önem veren, devrinin ilim ve terbiye usüllerini çok iyi bilen, aynı zamanda İslam'ın, ruhunu kavramış, gönülleri inşa etmekte mahir bir usta olan yüce bir zatın yanında yedi sene gibi bir zaman süresi az değildir. Emir Külal gibi ince ruhlu, İslam’ı benliğine sindirmi birinin yedi sene dikkatle kurmaya çalıştığı oğlunun gönlünde Allah’ın lütfu vedilemesiyle umulmayan bir zamanda böyle bir kerametin çıkmasına şaşırmamak gererekir. Böyle mahir bir usta elinde, Emir Sultan Hz.leri gibi kaabiliyetli birisine yedi senelik bir zaman az değildir.


Emir Sultan Hz.lerinin küçük yaşta (yedi yaşında) anası ölmüş öksüz kalmıştı. Onsekiz yaşlarında iken de, kendisinin ilim, irfan kaynağı, hayatta maddi olarak tek dayanağı babası Seyyid Emir Külal Hz.lerini de kaybetmişti. Bebek yaşta öksüz kalan Emir Sultan Hz.leri şimdi de babasının vefatıyla yetim kalmıştı.

Bir süre babasının yakın dostları ve özellikle Seyyid İsa’nın yanında kalmış, O'nun ve arkadaşlarının sohbetlerine, derslerine devam etmiştir.

Zahiren yalnız kalan Muhammed Şemseddin’i, Buhara’nın arifleri, alimleri, şeyhleri ve baba dostları yalnız bırakmıyorlardı. Kendi sohbet halkalarında O'na da yer veriyorlar; yetişip daha da olgunlaşması için gerekli titizliği gösteriyor; kendilerine tevdi edilen bu kıymetli emaneti babasının arzusu doğrultusunda yetiştirmeye çalışıyorlardı.

Bu arada Muhammed Şemseddin’in baba mesleği çömlekçiliğe devam ettiğini, babasından gördüğü dünya ahiret dengesini ihmal etmediğini de görmekteyiz.


Küçük yaşta bazı kerametlerinin halk arasında yayılmasından ve kendisinden bahsedilmesinden rahatsız olan Emir Sultan Hz.leri hac vazifesini yerine getirmek için Hicaz’a gitmek üzere Buhara’dan ayrılmaya karar veriyor. Maksadı, insanların şöhret nevinden sözlerinden kurtulmak ve belki de fırsatını bulursa Medine’ye mücavir olarakyerleşmektir. Büyük zatlar, yaptıklarını sırf Allah rıası için yaparlar Şöhretten, reklamdan nefret ederler. O da böyle yapıyor. Evliyadan olduğu halk arasında yaygınlaşmıştı. Gördüğü rüyada da Mekke-Medine’ye gitmesi söylenmişti. Bunun üzerine Emir Sultan Hz.leri, “tebdili mekanda ferahlık varır. Hikmetli sözüne uydu. Bir takım manevi işlerin de rehberliğinde hac kervanıyla yola düştü. Ahbabı yaranı ve baba dostlarıyla helallaşıp, vedalaşmayı ihmal etmedi. Kendisini uğurlayanlar arasında Seyyid İsa da vardı. Sade bir şekilde yapılan bu uğurlama merasiminde O’nun Emir Sultan Hz.lerine gerekli nasihat ve hayır dualarını esirgemediğini de görüoruz.
Dualarla hac kervanına katılan Emir Sultan Hz.leri Merv, Nişabur, Isfahan, Bağdat ve Basra üzerinden geçip, çölleri aşarak Mekke-Medine’ye ulaşır. Kabe-i Muazzama'yı ziyaret edip, Hac vazifesini, yaptıktan sonra tekrar Medine’ye döner. Niyeti oraya yerleşmek, geriye dönmemektir. Dedesi Allah resulü Hz. Muhamed (S.A.V.)’in Ravza-i Mutahhara’sı, tertemiz kabri etrafında, O’nun manevi huzurunda, O’ndan feyz alarak huzurlu bir hayat yaşamaktır. Bu maksatla orada ikamet etmeğe başlar. Hac kervanı ile geriye dönmez.

Günler geçmekte, yirmi yaşlarındaki Peygamber aşığı genç, dinamik ve mütevazi Emir Sultan Hazretleri, yeni dostlar edinmekte, huzurlu ve cennet hayatı gibi tatlı bir hayat yaşamaktadır. Alimlerle, ariflerle Allah dostu, Resulullah aşığı muhterem kişilerle sohbet etmekte, onların sohbetlerine katılıp ilim ve irfanını o manevi havayı teneffüs ederek, aileden almış olduğu sağlam İslami terbiye ve edep doğrultusunda her gün daha da ilerlemekte idi.

Gerçek Hak erleri, Allah’ın veli kulları kendilerini gizlerler. Sırlarının bilinmesini istemezler. Kendilerini tanıtmazlar. Sırları halk arasında yayılınca bulundukları yerden yerlere giden nice veliler vardır. Emir Sultan Hazretleri de Medine de gördüğü bir rüya üzerine Anadolu ya geldi ve Bursa’ya yerleşti.


Günlerce süren bu uğurlu kafilenin yolculuğu Bursa'da sona eriyordu. Sene 1389. Devrin padişahı Yıldırım Bayezid, Alimleri, din adamlarını. seven, onlara hürmet gösteren Yıldırım Bayezid. Daha sonraları, Emir Sultan Hz. lerine kaympeder olacak olan Yıldırım Bayezid. Kafile, Bursa’nın doğu kısmında o günkü adıyla, Gökdere vadisinde bir savmaya yerleştirilir.

Buhara’dan Mekke-Medine'ye, oradanda yüklenmiş olduğu manevi bir görevle, günlerce süren yolculuktan sonra Bursa'ya yerleşen Emir Sultan Hz.leri, gözden ırak bir hayat yaşamayı bir müddet denemiştir. Ancak Bursa'nın müslüman halkı bu cevheri keşfedip çıkarmayı başarmıştır.

Allah (cc) Hazretleri bir kulunu sever ve sevdirimek isterse, insanların kalbine onun sevgisini yerleştirir. Kişi gerçek anlamda Allah (cc)'i sever ve ona gönülden bağlanırsa, Allah (cc) da o kulunu sever ve kullarına da sevdirir.

İşte gerçek anlamda Allah'ı sevip 0'na kul olan Emir Sultan Hz.lerini kısa sürede herkes tanımış ve sevmişti. Bu, öyle bir sevgi ki; eskilerin tabiriyle ivazsiz, garazsiz sırf Allah rızasi olan bir sevgi. Avam havas, fakir-zengin, devlet adami esnaf, talebe, hoca herkes O'nda sevgi ve muhabbetle bahsediyor; O'nun hizmetinde bulunmayı zevkli bir, görev kabul ediyorlardi.

Hatta sonraları Osmanlı devletinin ilk şeyhül islamı Mola Fenari’nin de dikkatini çekmiştir, bu genç gönüller Sultanı’nın durumu. Molla Fenari o zaman Bursa kadısıdır. Sadreddin Konyevi’nin ana tarafından akrabasıdır. Alim ve faziletli birisidir. Kısaca O, Molla Fenari dahil, alim-fazıl, devlet ricali dahil herkesin kendisinden sitayişle bahsettiği bir kimse haline gelmiştir.

Evet O, Bursa’nın ufkuna bir güneş gibi doğmuştu. O, Bursa’ya gelince manevi kandiller, ışıklar sönmüştü; ama O, Bursa’nın bir ışığı, nuru, güneşi olmuştu. Halk gruplar halinde O’nun ziyaretine gidiyordu. Sohbetlerinden istifade ediyor ve tanımayanlara tanıtmakta birbirleriyle adeta yarış ediyorlardı. Bu manevi feyz çeşmesinden her müslümanın kana kana içmesi için yarışıyorlardı. Hülasa Seyyid Muhammed Şemseddin Buhari Bursa ve yakınlarında kısa sürede tanınıyor ve gönüllerde Emir Sultan olarak taht kuruyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Yamatoo

Yamatoo



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedC.tesi Ekim 24, 2009 9:14 pm

masatlik yarı baba Very Happy Çok güzel klavyen dert görmesin
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedÇarş. Ekim 28, 2009 5:44 am

Somuncu Baba (1331-1412)

Hamid Hamidüddin:

Kayseri'nin Akçakaya köyünde doğmuştur.
Anadolu'yu manevi fetih için gelen Horasan erenlerinden Şemseddin Musa Kayseri'nin oğludur.
Soyu İslam Peygamberi Muhammed'e ulaştığı ve 24. kuşaktan torunu olduğu inanılmaktadır.
Şeyh Hamid-i Veli ilk tahsilini babası Şemseddin Musa Kayseri'den almıştır.
Bilge kişiliği olan Şeyh Hamid-i Veli, ilim alanındaki çalışmalarını Şam, Tebriz ve Erdebil'de sürdürmüştür.
Alaaddin Erdebili'den ve Bayezid-i Bistami'nin ruhaniyetinden manevi terbiye almıştır.


Anadolunun gerçek islamla tanışmasını sağlayan engin kişiliği ile ışık saçan;
Yıldırım Bayezid zamanında Kayseri, Bursa ve Aksaray'da yaşamış bir mutasavvıftır.


Arkadaşlar sadece yetiştirdiği talebelerini sıralayacak olursak yeterli olacaktır...

Baba Yusuf Hakiki Aksaray
Akşemseddin Beypazarı Göynük
Ömer Dede Göynük
Hızır Dede Bursa
Akbıyık Sultan Bursa
İnce Bedreddin Darende
Yazıcıoğlu Gelibolu
Şeyh Lutfullah Balıkesir
Şeyhî Kütahya
Şeyh Üftade Bursa
Aziz Mahmud Hüdayi İstanbul
Muslihiddin Halife İskilip
Uzun Selahaddin Bolu


Somuncu Baba Hazretlerinin günümüze kadar gelen uzantıları ve yansımaları o kadar mükemmel ki
Anadolu'nun her köşesinde bir parçasını bulmak ve yüreklerde hissetmek mümkündür.
Âlim ve tasavvuf ehli kimseler üzerinde emeği ve etkisi bulunan Somuncu Baba Hazretleri için
kültürümüzün temel taşlarından biridir diyebiliriz.
Öyle ki uzantılarının günümüze kadar devam etmesi neseb-i aliyesinin halen etken olması
günümüz insanları için Allah'ın bir lütfudur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
recep298

recep298



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedSalı Kas. 03, 2009 3:49 pm

Copy Paste Yöntemini Tavsiye Etmem Kendiniz Yazınki Başkaları Okusun Bu Bilgilere Ulaşmak Kolaydır Wink
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedSalı Kas. 03, 2009 7:28 pm

Akşemseddin Hakkında Yazacaktım.

Sahsen Fatih'in hocası hakkında hiç bir yere bakmadan beş sayfa yazabilirim...

Senden rica ediyorum istersen kopyala yapıştır yap istersen kendin yaz bir yorumunu bekliyorum.

Maksat doğru olan bir metin yazmaktır...
Ben yazdım sen yazdın değil gerçekçi anlaşılır ve etkileyici yazan kim olursa olsun buraya taşımak lazımdır.

Kısa ve öz olmalıdır bu arada amacına da ulaşmalıdır.
Tabiiki tarih işliyorsak bir yerlerden yardım almadan hiç kimse kafasında hangi tarihte neler olmuş gününe varıncaya kadar hatırlayıp yazamaz...
Birde öyle zatlar varki geçmişimizde öyle bir iki cümleyle anlatmak ta mümkün değildir.
Ne kadar yorum getirsekte o kişiler hakkında tam olarak bilgi edinmek gayet zordur.

Ayrıca yorum getirmek yerine çözüm sunmak yerine işimi zorlaştırmanı anlayamadım.

Kompozisyon yazmıyoruz tarih bilgilerimizi yineliyoruz...

Dikkat edecek olursan hepsinde kendi yorumum vardır.

Yorumlarınızla buraya renk katmanızı bekliyorum.

Sevgi ve Saygılarımla
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedÇarş. Kas. 04, 2009 2:30 am

Osmanlıda özellikle 13. ü ve 14. ü yy. lardaki ilim ve bilim adamlarımızı incelerken şu hususlar aşırı dercede dikkatimizi çekmektedir:

1)Bu zatlar üst düzey yüneticilerini etkilemekle kalmamış; Bizzat padişahlarımızı yönlendirmişlerdir.

2)Yurdun her bölgesine gidip mürid ve yandaşlarının yardımıyla nerdeyse her vatandaşı tek tek eğitmişlerdir.

3)Önemli savaşlerda motivasyon ve büyük manevi destek vererek savaşçılarımızın korkusuz olmalarını sağlamışlardır.

4)Devlet yönetiminde olabilecek kişilere özel eğitim vererek onların her bakımdan tabiri caiz ise dört dört lük yetişmelerini sağlamışlardır.

5)Adalet ve nizamı sağlamak için gerçek islam kanunlarını Kur-an'ı Kerim den bizzat tefsir çıkartarak her zaman yüneticilerin önüne segilemişlerdir.

6)İnanç ve din özgürlüğünü halkların ve dinlerin zorlama ile değil yaşantı şekliyle özendirerek kabülünü sağlamışlardır.

7)Katliam, zülm, işkence, vahşet ve nihayetinde kötülüğün ve şayteni olguları yok etmekle kalmayıp; Düşüncelerini bile hafızalardan silmişlerdir.

8 )İlim yaparken; Bilimdede iceleme fırsatı, geliştirme olanağı oluşunca en yüksek derecede bilimsel materyallerin oluşumunda öncü olmuşlardır.

9)Halkı ruh güzelliğine teşvik ederek Düya cennetini yaşarken ahiretinide korumasını sağlayarak uzun yıllar huzur ve sükun sağlamışlardır.

10)İnsanları kendine zarar verecek tutum ve davranışlardan uzaklaştırarak helal lokma deyimini güncelleştirip yaşam kalitesini yükseltmişlerdir.

...

Günümüzde dahi sözünü etmeden geçemeyeceğimiz hala o günki gibi tap taza haliyle yaşantı ve sözlerinden esinlenebileceğimiz o devirlerde yaşayan onlarca büyüğümüz vardır...

Arkadaşlar yukarıda sıraladığım her madde için onlarca sayfa yazabilirim...

Artık yorumlarınızı yazmanızın vaktidir.

Çünki Fatih Sultan Mehmet Han' a gelmeden önce bir çok detayı özellikle gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Sevgi ve Saygılarımla
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Capanoglufetihbey

Capanoglufetihbey



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedPerş. Kas. 05, 2009 4:00 pm

Konu'nun bölümünü etkilediyse k.bakmayın Eğer copy paste yapıcaksanızda iyicene okuyun ki yanlış düşündüğünüz yerleri biraz daha araştırın Smile

Bu arada süper gidiyor masatlık Smile
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
masatlik

masatlik



Osmanlıda Türk  Büyükleri Vide
MesajKonu: Geri: Osmanlıda Türk Büyükleri Osmanlıda Türk  Büyükleri Icon_minipostedPtsi Kas. 09, 2009 3:37 am

AKŞEMSEDDİN(1390-1498)

Fatih Sultan Mehmed'in hocası, ünlü İslam büyüğü Akşemseddin, 1390 yılında Göynük'te doğdu.
Küçük yaşlardan itibaren ilme ve sanata karşı ilgi duydu.
Medrese tahsilini tamamladıktan sonra seçkin alimler arasında yerini aldı.
Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adamış,
başta İslami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden olmuştur.
Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirmiş, tıp alanında önemli çalışmalar yapmıştır.
Akşemseddin'in asıl ünü, büyük veli Hacı Bayram ile tanışmasından sonra başlamıştır.
İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da
Sultan İkinci Murad'ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmed'in hocalığına tayin edilmişti.
İstanbul'un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştur.
Fethin en önemli günlerinde Ebu Eyyub'el Ensari'nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti.
Dünya malına önem vermeyen ve Fatih Sultan Mehmed'in büyük saygı ve sevgisini kazanan
Akşemseddin, doğum yeri olan Göynük'te 1498 yılında vefat etti.

Istanbul’un kusatildigi günlerde Fatih Anadolu’daki âlimleri ordugâha davet eder.
Hepsi mükemmel insanlardir, ancak Aksemseddin’le aralarinda anlatilmaz bir muhabbet baslar.
Nedendir bilinmez bu akça pakça veliyi görünce içi rahatlar. Tabiri caizse kani kaynar.

Istanbul gibi bir sehri almak kolay degildir. Dev surlar, haçli yardimlari, derin hendekler, asilmaz zincirler, Rum atesi denen bela ve güçlü düsman.
Bunlar bilinen seylerdir ve Fatih herbirine tedbir düsünür.

Evet, Akşemseddin'siz Fatih, Fatih'siz de Akşemseddin düşünülemez.
Nasıl ki ruhla ceset bir araya gelip insanın yaşamasına ve var olmasına sebep oluyorsa, aynı şekilde İstanbul fethinde Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul fethinin maddi yönü,
Akşemseddin de manevî yönü idi.
Böylece Osmanlılar bir vücut gibi ayağa kalktı, Roma İmparatorluğu'nun devamı olan
Bizans İmparatorluğu'nun başına bir yumruk gibi indi, hadis-i şerife mazhariyetini gösterdi, İslamiyet'i dünyaya duyurdu.

O devirde Müslümanlar, dünyanın en ileri teknolojisine sahipti.
Gemileri karadan yürütmüş, havan topları yapmıştı.

O devirde Müslümanlar her yere hak, hukuk götürdü.
Müslümanlara saldırmamaları, İslamiyet'e hakaret etmemeleri şartı ile her gayrimüslim 'zimmi' (anlaşma ile İslam diyarında yaşaması kabul edilmiş,
hayatı korunan gayrimüslim) sıfatı altında malından, canından, namusundan ve dininden emin bir şekilde yaşardı.


Bulgarlar 450 sene, Yunanlılar 400 sene Osmanlı idaresinde kalmış, tarihleri boyunca sulh ve sükun dolu günleri bu devirlerde yaşamışlar, memleketleri imar olmuştu.

Örflerinde, âdetlerinde ve dinlerinde serbestçe hareket etmişlerdi.

Osmanlılar, gittikleri yerlere İslamiyet'i götürüyordu. İslamiyet ise dünya ve ahiret saadetinin esasıydı.

Böylece İslamiyet, hem Müslümanlara hem de gayrimüslimlere dünya saadeti sunmuştu.

Bu durumun devam etmesinde Akşemseddin gibi ulemanın ve Fatih Sultan Mehmed gibi devlet adamlarının payı çoktu.

Padişah'a muallimlik eden, İstanbul'un fethinde manevi payı büyük olan, Osmanlı İmparatorluğu'nun büyümesinde emeği bulunan Akşemseddin Hazretleri, zaferi müteakip
"Tahtınız da tacınız da sizin olsun" diyerek Göynük'e çekilmiş, orada vefat etmiştir.
Akşemseddin gibi birçok İslam alimleri, devlet adamlarına yol göstermiş, fakat tahtlarına ortak olmamışlardır.
Evet, Akşemseddin gibi sünnet-i seniyye çizgisi üzerinde olan pek çok manevi büyüklerimiz, yine yolumuza ışık tutmaktadır.


Bugünkü her genci, bir Fatih diye alkışlayabiliriz; fakat onların Akşemseddin'lerini sormak hakkımızdır.
Çünkü madde ile mana beraber yürüyecek. Bu, âdetullahtır. Değişmez!


Arkadaşlar sahsen bende buna yürekten katılıyorum.
Çünki gerçek anlamda eğitimcilerimiz;
Bebelerimizin yetiştirilmesinde birinci derecede sorumludurlar...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Osmanlıda Türk Büyükleri

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Rönesans Krallıkları Alternatif Forumu :: Gerçek Osmanlı :: Osmanlı Tarihi -